Ahir Zamanda Emr-İ Bi’l Maruf Nehy-İ Ani’l Münker
Haber detay

“Sizden, hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü meneden bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.” (Ali İmran 3/104)

“Mümin erkeklerle mümin kadınlar da birbirlerinin velileridir. Onlar iyiliği emreder, kötülükten alıkoyarlar.” (Tövbe 9/71)

“Yavrucuğum! Namazı kıl, iyiliği emret, kötülükten vazgeçirmeye çalış, başına gelenlere sabret. Doğrusu bunlar, azmedilmeye değer işlerdir.” (Lokman 31/17)

Bu görevi terk edip birbirlerini kötülükten nehy etmeyenler ise kınanmaktadır:

“Onlar, işledikleri kötülükten, birbirini vazgeçirmeye çalışmazlardı. Andolsun yaptıkları ne kötüdür!” (Maide 5/79)

Bununla beraber sadece zalimlere isabet etmekle kalmayan umumi bir fitneden sakındırılmış; bir anlamda toplumdaki kötülüğe sessiz kalmanın herkesi içine alacak bir azaba yol açacağı uyarısında bulunulmuştur.

“Bir de öyle bir fitneden sakının ki o, içinizden sadece zulmedenlere erişmekle kalmaz (umuma sirayet ve hepsini perişan eder). Biliniz ki, Allah'ın azabı şiddetlidir.” (Enfal 8/25)

“İçlerinden bir topluluk: "Allah'ın helâk edeceği yahut şiddetli bir şekilde azap edeceği bir kavme ne diye öğüt veriyorsunuz?" dedi. (Öğüt verenler) dediler ki: Rabbinize mazeret beyan edelim diye bir de sakınırlar ümidiyle (öğüt veriyoruz). Onlar kendilerine yapılan uyarıları unutunca, biz de kötülükten men edenleri kurtardık, zulmedenleri de yapmakta oldukları kötülüklerden ötürü şiddetli bir azap ile yakaladık.” (Araf 7/164-165)

Tüm bu ayet-i kerimelerden, iyiliği emir ve kötülüğü nehyin tüm Müslümanlara yüklenmiş önemli bir sorumluluk olduğu sonucuna varılır.

Buna karşın Maide Suresinde şöyle buyrulmuştur:

“Ey iman edenler! Siz kendinize bakın. Siz doğru yolda olunca sapan kimse size zarar veremez.” (Maide 5/105)

Bu ayet-i kerime ile yukarıdaki ayet-i kerimeler arasında zahiren bir çelişki gözükür. Fakat biz biliyoruz ki Kuran’ı Kerim’de hiç bir çelişki yoktur.

“Hâlâ Kur'an üzerinde gereği gibi düşünmeyecekler mi? Eğer o, Allah'tan başkası tarafından gelmiş olsaydı onda birçok tutarsızlık bulurlardı.” (Nisa 4/82)

Dolayısıyla bu ayeti kerimeler arasında da tutarsızlık olamayacağına göre ayetler farklı iki dönem ile ilgilidir. Toplumsal yapıya İslami ilkelerin hakim olduğu, iyiliğe destek olan, kötülükten sakındırmada yardımlaşan insanların bulunduğu bir ortamda iyiliği emredip kötülükten nehyetme görevi tüm Müslümanların yerine getirmesi gereken bir sorumluluk olur. Çünkü bunun ihmali toplumu helake götürür.

Sahabe toplumu böyle hayırlı bir toplumdu. Bundan dolayı da Hz. Ebubekir radıyallahu anh, “Siz kendinize bakın” ayetine dayanarak “Emr-i bi’l-maruf” görevini aksatma meylini gördüğü zaman şu uyarıda bulunmuştur: Siz şu ayeti (Maide 5/105) okuyor ve onu doğru olmayan bir şekilde tevil ediyorsunuz. Hiç şüphesiz ben de Resulullah aleyhisselatu vesselamı şöyle buyururken dinledim: “Muhakkak ki insanlar, zalimi gördükleri takdirde, eğer onun ellerini tutup onu zulümden çekmez iseler, aradan fazla bir zaman geçmeksizin Allah kendi nezdinden onların hepsini kuşatacak bir azap gönderir.”

“Siz kendinize bakın” ayet-i kerimesi ise başka bir dönem ile ilgilidir. Şayet toplumsal yapıya gayri İslami ilkeler hâkim olur, kötülükler çoğalıp toplum yönetimini ele geçirir ve yapılan hayırlı bir işe insanlar destek olmaz ise artık insanın asıl meşguliyeti kendisi olmalı, başkasıyla ilgilenmemelidir. Aşağıdaki hadis-i şerifte bu husus açıkça ifade edilmiştir:

Ebu Ümeyye eş-Şabani anlatıyor: “Ey Ebu Salebe! Bu ayet (Maide 5/105) hakkında ne dersin?” Ebu Salebe: “Gerçekten bunu iyi bilen birine sordun: Zira ben aynı şeyi Resulullah aleyhisselatu vesselama sormuştum. Demişti ki: Marufa sarılın münkerden de kaçının! Ne zaman uyulan bir cimrilik, takip edilen bir heva, ahirete tercih edilen bir dünyalık görüp, görüş sahiplerinin kendi görüşlerini beğendiklerini görürsen o zaman kendine bak, insanlarla uğraşmayı bırak. Zira (bu safhaya gelince) önünüzde sabır günleri var demektir.”

Öyle bir ortamdaki kargaşada yapılacaklar ile ilgili başka hadisi şeriflerde de şöyle buyurulmuştur:

Abdullah İbnu Amr İbni'l-As anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselâm, (bir gün) parmaklarını kenetledi ve dedi ki:

"Ey Abdullah İbnu Amr! Ahidleri bozulup şöyle karmakarışık hale gelen bir kısım ayak takımı (hezele) kimselerle baş başa kalırsan ne yaparsın?"

"Ne yapmamı tavsiye edersiniz, Ey Allah'ın Resulü!" dedim. Buyurdular ki:

"Güzel bulduğun şeyi yaparsın, kötü bulduğun şeyi de terk edersin. Kendi yakınlarının (hallerini düzeltmeye) yönelirsin. O hezele takımı (ile de), onların toplulukları ile de (uğraşmayı) terk edersin."

Ebu Zerr radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalâtu vesselâm seslendiler: "Ey Ebu Zerr!

"Buyurun, Ey Allah'ın Resulü, emrinizdeyim!" dedim.

"İnsanlara (kitle halinde) ölüm isabet edip, kabirlerin (ücretli) hizmetçiler tarafından kazılacağı zaman ne yapacaksın?" buyurdular.

"Benim için Allah ve Resulü neyi tercih buyurursa onu yaparım!" dedim.

"Sabrı tavsiye ederim!" buyurdular -veya sabredersin! dediler- ve sonra bana tekrar seslendiler:

"Ey Ebu Zerr!"

"Buyurun ey Allah'ın Resulü, sizi dinliyorum!" dedim.

"Zeyt mıntıkasının taşlarının kanda boğulduğunu gördüğün zaman ne yapacaksın?"

"Allah ve Resulü benim için neyi tercih buyurursa onu!" dedim.

"Sana kendilerinden olduğun yakınlarını tavsiye ederim!" dedi. Ben sordum:

"Ey Allah'ın Resulü! (O zaman) kılıcımı alıp omuzuma koymayayım mı?"

"Böyle yaparsan (fitneci) kavme ortak olursun!" buyurdular.

"Bana ne emredersiniz!" dedim.

"Evine çekil!" buyurdular.

"Evime girilirse?" dedim.

"Eğer kılıcın parıltısının seni şaşırtacağından korkarsan, elbiseni yüzüne ört. Gelen hem senin günahınla, hem de kendi günahıyla dönsün!" buyurdular."

Ebu Musa radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

"Kıyametten hemen önce karanlık gecenin parçaları gibi fitneler var. Kişi o fitnelerde mümin olarak sabaha erer, akşama kâfir olur; mümin olarak akşama erer, sabaha kâfir çıkar. O fitnede oturan, ayakta durandan hayırlıdır. Yürüyen koşandan hayırlıdır. Öyleyse yaylarınızı kırın, kirişlerinizi parçalayın, kılıçlarınızı da taşa vurun. Sizden birinin evine girerlerse Hz. Âdem’in iki oğlundan hayırlısı olsun (ölen olsun, öldüren değil.)"

Ebu Davud, "koşandan" kelimesinden sonra şu ziyadeyi kaydetmiştir: "Yanındakiler: "Bize ne emredersiniz (ey Allah'ın Resulü)? dediler. "Evinizin demirbaşları olun!" buyurdu."

Asr suresinin de böyle bir dönemle ilgili olması kuvvetle muhtemeldir. Nitekim bazı şaz kıraatlerde “İnsan gerçekten ziyan içindedir” bölümünden sonra “Ahir zamanda” ilavesi vardır.

Surede insanların hüsranda olduğu bir ortamda şu üç özelliğe sahip olanların kurtulacağı ifade edilmiştir. 1-İman 2-Salih amel 3- Hakkı ve sabrı tavsiye etmek.

Dikkat edilirse bu özellikler arasında insanları kötülükten engellemek hiç bulunmamaktadır. “İyiliği emir” de “hakkı ve sabrı tavsiye” şeklinde zikredilmiştir. Tavsiyenin emre göre daha yumuşak olduğu ve hiçbir baskı unsuru içermediği malumdur. Ayrıca “tewasew” ifadesinin müşareke (işteş) kalıbında olmasından dolayı bu tavsiyenin başkalarına değil kendi aralarında yapıldığı anlaşılmaktadır.

Peki, günümüzde yukarıdaki ayetlerden hangisi ile mükellefiz, diye sorulursa bunun tüm mekânları ve tüm şartları kapsayan bir cevabı olduğunu düşünmüyorum. Herkes, içinde bulunduğu mekânı ve şartları değerlendirip yukarıdaki izahlar çerçevesinde bunun cevabını verebilir. Çünkü insan kendi evi içinde münkeri engelleyebilecekken, sokakta buna gücü yetmeyebilir. Köyünde münker ile mücadelede birçok köylüden destek görebilecekken, büyükşehirde çok daha farklı bir durumla karşılaşabilir. Dolayısıyla her ortam, şartlarına göre değerlendirilerek bir karar verilmelidir.

Ahmet Münir - İnzar Dergisi

Anasayfa Reklam Alanı 1 728x90

0 Yorum

Henüz Yorum Yapılmamıştır.! İlk Yorum Yapan Siz Olun

Yorum Gönder

Lütfen tüm alanları doldurunuz!

Haber detay

Reklam

Haber detay

Anket