Allah Teâlâ'nın İsimleri Ve Sıfatlarının Kendisine Ait Olması
Haber detay

Allah Teâlâ'nın İsimleri Ve Sıfatlarının Kendisine Ait Olması
İsimlerin Aynı  Olmasının İsimlendirilenlerin De Aynı Olmasını Gerektirmediği
 

İbnu Teymiye şöyle dedi:

Allah Teâlâ kendisini ve sıfatlarını bir takım isimlerle isimlendirmiştir. Bu isimler O'nun kendisine aittir. Bu  isimler Allah'a izafe edildiğinde başkaları için kullanılamazlar. Allah Teâlâ bazı yaratıklarına da olara mahsus ve onlara izafe edilebilen isimler vermiştir. Mahlukata verilen bu isimlerin, müsemmalarından/isimlendirilenlerden bağımsız düşünüldüğü vakit, Allah'a verilen isimlerle uyuştuğu görülür, isimlerin uyuşması ve aynı olması müsemmalarının/isimlerin sahiplerinin de aynı olmalarını ve benzeşmelerini gerektirmez. Bu aynilik, ismin bir    müsemmaya izafesi ve tahsisinden  soyutlanmış yalın halinde  iken  söz konusudur, izafet  ve  tahsis esnasında ne  bir benzerlik ne de aynilik söz konusu olamaz.

Allah Teâlâ kendisini Hayy (diri) diye isimlendirdi:  

"Allah, O'ndan başka tanrı yoktur. O, Hayydır, Kayyûmdur."[80]

Hayy smini bazı kullarına da vermiştir:

"Ölüden diriyi, diriden ölüyü O çıkarıyor."[81]

Birinci ayetteki hayy/diri, ikinci ayetteki hayy/diri gibi değildir. Çünkü birincisi Allah'a mahsus bir isimdir, diğeri yaratıklara ait bir isimdir. Ancak herhangi bir şeye tahsis edilmeksizin yalın halde söylenildiğinde aralarında herhangi bir fark yoktur. Yalın haldeki söyleyişte onun hariçte bir isimlendirileni yoktur. Fakat söyleyişte, iki şey arasında ortak bir noktanın bulunduğunu akıl kavrar ve bu ismi iki ayrı şeye tahsis ederken de yaratıcıyı yaratılandan ayırdetmek suretiyle bunu kayıtlandırır.

Bu durum Allah Teâlâ'nın bütün isimleri ve sıfatları için geçerlidir. Bunlar mahlukata da isim olarak verildiği zaman iki isimlendirme arasında hangi yönlerden benzerlik ve mutabakat olduğu ve yaratıcının yaratılanlardan hangi yönlerden farklı özelliklere sahip olduğu kolayca anlaşılır.

Aynı şekilde Allah Teâlâ kendisini "Alîm" ve "Halîm" [82] diye isimlendirmiştir. Bazı kulları için de "Alîm ve Halîm" demiştir. Mesela Hz. İbrahim'e müjdelenen oğlu İshak için:

"Ona bilgin (alîm) bir oğlan çocuğu müjdelediler" [83] ve İsmail için de; "Biz ona yumuşak huylu (halîm) bir oğlan çocuğu müjdeledik" buyurulur. [84] Allah'ın ismi olan Alîm, mânâ ve muhteva yönünden İshak'a verilen alîm ismi gibi değildir. Allah'ın ismi olan halîm ile İbrahim'e verilen halîm ismi de böyledir. Aralarında fark vardır.

Allah Teâlâ şu ayette kendisini Semi' (işiten) ve Basîr (gören) diye isimlendirmiştir:

"Allah size,' mutlaka  emanetleri  ehli  olanlara  vermenizi  ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Allah size ne kadar güzel öğütler veriyor! Şüphesiz Allah Semi'dir (herşeyi işiticidir), Basîr'dir (herşeyi görücüdür[85] Bazı yratıklarına da Semi' ve Basîr ismini vermiştir: "Gerçek şu ki, biz insanı katışık bir nutfeden yarattık. Onu imtihan edelim diye kendisini işitir (Semi') ve görür (Basîr) kıldık." [86]

Bu ayetteki Semi' ve Basîr, yukarıdaki ayetteki Semi' ve Basîr gibi değildir.

Cenab-ı Hak kendisini "Rauf (şefkatli, çok merhametli) ve "Rahîm" diye isimlendirmiş ve şöyle buyurmuştur: "Allah insanlara karşı Rauf'tur (şefkatlidir) ve Rahîm'dir (merhametlidir)."

[87]Aynı isimleri bazı kullarına da vermiştir:

"Andolsun size kendinizden öyle bir Peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona çok ağır gelir. Mü'minlere karşı Raûftur (çok şefkatlidir), Rahîm'dir (merhametlidir)."[88].

Bu Rauf, o Rauf gibi değildir, bu Rahîm de o Rahîm gibi değildir.

Yüce Allah kendisini, "Melik" diye isimlendirmiş [89] bazı kullarına da "Melik" demiştir [90] fakat iki Melik de farklı farklıdır.

Allah Teâlâ kendisini de "mü'min" [91] (emniyet ve güven sağlayan) diye isimlendirmiş, bazı kullarına da "mü'min"[92] demiştir. Fakat ikisi birbirinden çok farklıdır.

Azîz ismi de böyledir. Kur'an'da bu isim hem Allah'a hem  de bazı kullarına [93] izafe edilir. Fakat bunlar birbirinden çok farklıdır.

Allahü Zülcelal, Cebbar ve Mütekebbir isimlerini de hem kendisi için [94] hem de bazı insanlar için [95] kullanmıştır. Fakat her ikisinin de ifade ettiği anlam tamamen farklıdır. Buna benzer şeyler pek çoktur.

Allah Teâlâ kendi sıfatlarını bir takım isimlerle tesmiye ettiği gibi, kullarına ait sıfatları da bu isimlerin benzerleriyle isimlendirmiştir.

Mesela şu ayetlerde Allah Teâlâ İlim ve Kudret sıfatını, kendisine izafe etmiştir:

"O'nun bildirdiklerinin dışında insanlar O'nun ilminden hiçbir şeyi tam olarak bilemezler”[96]

"Allah onu ilmiyle indirdi." [97]

"Şüphesiz rızık veren, güç ve kuvvet sahibi olan Allah'tır." [98]

"Onlar kendilerini yaratan Allah'ın, onlardan daha kuvvetli olduğunu görmediler mi?" [99]

Şu ayetlerde de mahlukatın sıfatlarına ilim ve kuvvet diye isim vermiştir:

"Size ancak az bir ilim verilmiştir." [100]

"Her ilim sahibinin üstünde daha iyi bilen birisi vardır." [101]

"Onlar kendilerinde bulunan ilme güvendiler." [102]

"Sizi güçsüz yaratan, sonra güçsüzlüğün ardından kuvvet veren ve sonra kuvvetin ardından güçsüzlük ve ihtiyarlık veren Allah'tır. O, dilediğini yaratır. O, hakkıyla bilendir, üstün kuvvet sahibidir." [103]

"... Kuvvetinize kuvvet katsın… [104]

"Kulumuz Davud'u, o kuvvet sahibi zâtı hatırla." [105]

Allah'ın ilmi, kulların ilmi gibi değildir, kuvveti de kulların kuvveti gibi değildir.

Allah Teâlâ kendisini meşiet (dilemek, istemek) .sıfatı ile nitelendirmiş, kulunu da aynı sıfatla nitelendirmiştir:

"O, herkes için, sizden doğru yola gitmek isteyenler için bir öğüttür. Alemlerin Rabbi Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz." [106]

"Şüphesiz ki bu bir öğüttür. Artık dileyen Rabbine bir yol tutar. Sizler ancak Rabbinizin dilemesi (izin vermesi) sayesinde (bir şeyi) dileyebilirsiniz. Şüphesiz Allah her şeyi bilendir, hikmet sahibidir." [107]

Allah Teâlâ hem kendisini hem de kulunu irade (istek) vasfıyla nitelemiştir:

"Siz geçici dünya malını istiyorsunuz, halbuki Allah (sizin için) ahireti istiyor. Allah güçlüdür, hikmet sahibidir."[108]

Allah Teâlâ kendisini de kulunu da mehabbet (sevgi) ile nitelemiştir:

"...Allah, sevdiği ve kendisini seven bir topluluk getirecektir." [109]

"(Rasûlüm!) De ki: “Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın." [110]

Allah Teâlâ kendisini de kulunu da rıza (hoşnutluk) ile nitelemiştir:

"Allah onlardan razı olmuştur, onlar da O'ndan razı olmuşlardır." [111]

Malumdur ki, Allah'ın dilemesi kulun dilemesi gibi değildir. O'nun iradesi, mehabbeti ve rızası da kullarınki gibi değildir.

Allah Teâlâ kendisini kafirlere gazap etmekle vasıflandırdı. Ayette bunu ifade için geçen "makt" kelimesini kulları için de kullanmıştır:

"İnkar edenlere şöyle seslenilir: Allah'ın gazabı, sizin kendinize olan kötülüğünüzden elbette daha büyüktür. Zira siz imana davet ediliyorsunuz, fakat inkar ediyorsunuz." [112]

Allah Teâlâ hem kendisini, hem de kulunu Mekr ve Keyd (tuzak kurmak) ile nitelendirmiştir:

"Onlar (sana) tuzak kurarlarken, Allah da (onlara) tuzak kuruyordu."[113]

"Onlar bir tuzak kurarlar, ben de bir tuzak kurarım." [114]

Fakat Allah'ın onlara kurduğu tuzak onların tuzağına hiç benzemez.

Allah Teâlâ kendisini amel (yapmak, yaratmak) ile nitelendirmiştir:

"Görmüyorlar mı ki biz kudretimizin eseri olmak üzere onlar için birçok hayvan yarattık. Bu sayede onlar bunlara sahip olmuşlardır." [115]

Aynı vasfı kullar için de söylemiştir:

"Yaptıklarına karşılık onlar için ne mutluluklar saklandığını hiç kimse bilmez." [116]

Fakat Allah'ın ameli kulların ameli gibi değildir.

Allah Teâlâ kendisini münadât (seslenmek) ve münâcât (fısıldamak) ile vasıflandırdı:

"Ona Tur'un sağ tarafından seslendik ve onu fısıldaşan kimse kadar (kendimize) yaklaştırdık." [117]

"O gün Allah onları çağıracak..." [118]

"... Rableri onlara nida etti..." [119]

Aynı şekilde kulunu da vasıflandırdı:

"Sana odaların arka tarafından bağıranların çoğu aklı ermez kimselerdir." [120]

"Peygamber ile gizli bir şey konuşacağınız zaman..." [121]

"Aranızda gizli konuştuğunuz zaman günahı, düşmanlığı ve peygambere karşı gelmeyi fısıldamayın." [122]

Allah'ın nida etmesi ve fısıldaması ile kulun nida etmesi ve fısıldaması farklıdır.

Allah Teâlâ kendisine teklim (konuşma) sıfatını verdi:

"Ve Allah Musa ile gerçekten konuştu." [123]

"Musa tayin ettiğimiz vakitte (Tur'a) gelip de Rabbi onunla konuşunca..." [124]

"O Peygamberlerden bir kısmını diğerlerinden üstün kıldık. Allah onlardan bir kısmı ile konuşmuştur..."

Aynı sıfatı kulları için de verdi:

"Kral dedi ki: Onu bana getirin. Onu kendime özel danışman edineyim. Onunla konuşunca: “Bugün sen yanımızda yüksek makam sahibi ve güvenilir birisin, dedi." [125]

Allah'ın konuşması, kulun konuşması gibi değildir.

Allah Teâlâ hem kendisini hem de bazı yaratıklarını tenbie (haber vermek) ile vasıflandırdı:

"Peygamber, eşlerinden birine gizli bir söz söylemişti. Fakat eşi o sözü başkalarına haber verip Allah da bunu Peygamber'e açıklayınca, Peygamber bir kısmını bildirmiş, bir kısmından da vazgeçmişti. Peygamber bunu ona haber verince eşi: Bunu sana kim bildirdi? Dedi. Peygamber: “Bilen, herşeyden haberdar olan Allah bana haberverdi , dedi." [126]

Her iki haber veriş birbirinden farklıdır.

Allah Teâlâ hem kendisini hem de kulunu Ta'lim (öğretmek) ile vasıflandırdı:

"Rahman Kur'an'ı öğretti. İnsanı yarattı. Ona açıklamayı öğretti." [127]

"(Avcı köpeklerine) Allah'ın size öğrettiği şeyleri öğretirsiniz." [128]

"Andolsun ki içlerinden kendilerine Allah'ın ayetlerini okuyan, (kötülüklerden ve inkardan) kendilerini temizleyen, kendilerine kitap ve hikmeti öğreten bir Peygamber göndermekle Allah, müminlere büyük bir lütufta bulunmuştur." [129]

Allah'ın öğretmesi kulların öğretmesi gibi değildir.

Allah Teâlâ gazabı hem kendisine hem de kuluna sıfat olarak vermiştir:

"Allah onlara gazap etmiş ve lanetlemiştir.”[130]

"Musa kızgın (gazaplı) ve üzgün bir halde kavmine dönünce..." [131]

Her ikisinin gazabı birbirinden farklıdır.

Allah Teâlâ kendisini arşı istiva etmekle vasıflandırdı ve bunu yedi ayrı ayette belirtti. [132] Allah bazı yaratıklarının da diğerlerine istiva ettiğini bildirdi:

"...Ve size bineceğiniz gemiler ve hayvanlar var etmiştir ki böylece onların sırtına istiva edersiniz (binersiniz)."[133]

"En, yanındakilerle birlikte gemiye istiva ettiğinde (binip yerleştiğinde)..."[134]

"Gemi Cûdî Dağı'nın üstüne istiva etti (yerleşti)." [135]

Allah'ın istivası ile yaratıkların istivası birbirine benzemez.

Allah kendisini Bastu'l-Yedeyn (eli açık olmak)la vasıflandırdı;

"Yahudiler, Allah'ın eli bağlıdır (sıkıdır) dediler. Hay dedikleri yüzünden elleri bağlanası ve lanet olasılar. Bilakis Allah'ın elleri açıktır, dilediği gibi verir." [136]

Bazı yaratıklarını da aynı şeyle vasıflandırdı:

"Eli sıkı olma, büsbütün eli açık da olma."[137]

Ne  Allah'ın eli kulların eli gibidir, ne de Allah'ın elinin açıklığı,  kullarınki gibidir. El açıklığından kastedilen bol bol vermek ve cömertlik olduğuna göre Allah'ın vermesi ve cömertliği hiçbir zaman kulların vermesi ve  cömertliğine benzemez. Buna benzer şeyler pek çoktur.

Allah Teâlâ'nın kendisini vasıflandırdığı şeyleri kabul edip, O'nu yaratıklara benzetmekten sakınmak gerekir. Bir kimse, Allah'ın ilmi yoktur, kuvveti yoktur, rahmeti yoktur, O konuşmaz, sevmez, razı olmaz, nida etmez, fısıldamaz ve istiva etmez derse O'nun sıfatlarını iptal ve inkar etmiş ve O'nu yokluğa ve cansız varlıklara benzetmiş olur. Bir kimse de O'nun ilmi benim ilmim gibidir, kuvveti benim kuvvetim gibidir, rızası benim rızam gibidir, elleri benim ellerim gibidir, istiva etmesi benim istiva etmem gibidir, derse o da Allah Teâlâ'yı kendisine ve canlı varlıklara benzetmiş olur. Birincilere Muattıle, ikincilere Müşebbihe denilir. Allah'ın isimlerini ve sıfatlarını hiçbir şeye benzetmeden ve O'nu sıfatlarından soyutlamadan kabul etmek gerekir. [138]

İbnü'l-Kayyim, bu tür isim ve  sıfatların  üç açıdan değerlendirilmesi gerektiğini beyan etti:

1. İsim ve sıfatların Rabb Tebareke ve Teâlâ'ya ve insanlara izafe etmeksizin onlara vermeksizin soyut olarak değerlendirilmesi.

2. Rabb Teâlâ'ya izafe ederek ve O'na tahsis ederek değerlendirilmesi.

3. İnsanlara izafe ederek ve onlarla kayıtlayarak değerlendirilmesi.

Zâtı ve hakikati sebebiyle gerekli olan bir isim hem Rabb Teâlâ, hem de kul için sabit olur. Yani böyle bir isim Allah'a da kula da izafe edilir. Ancak bu ismin Allah'a izafesi O'nun şanına layık bir şekilde ve kemaliyledir, kula izafesi de kulun durumuna uygun bir şekildedir.

Mesela es-Semi' (işiten) ismi, işitilecek şeylerin idrakini, el-Basîr ismi görülecek şeylerin idrakini gerekli kılar. El-Alîm, el-Kadîr vs. isimlerin durumu da böyledir. Bu kelimelerin herhangi bir kimseye isim olarak verilebilmesi için onların mânâlarının ve hakikatlerinin o kimsede mevcut olması şarttır. Bu isimlerin zatı için gerekli olan; Allah Teâlâ'ya nisbet edilmesidir. Bunda bir sakınca yoktur. Ancak bunun teşbih ve temsilden uzak olması, Rabb Teâlâ'nın yaratıklara benzetilmemesi gerekir. Kim, mahlukatın da bu isimlerle isimlendirilmeleri sebebiyle bunların Allah'a nisbetini kabul etmezse, Allah'ın isimleri konusunda ilhada düşmüş olur ve O'nun kemal sıfatlarını inkar etmiş sayılır. Kim, bu isimlerin Allah'a nisbetini, aynı isimlerin mahlukata nisbeti gibi anlarsa, o da Allah'ı yaratıklarına benzetmiş olur. Kim ki Allah Teâlâ'yı yaratıklarına benzetirse küfre girmiş olur. Kim ki Allah Teâlâ'yı yaratıklarına benzetmiyecek şekilde ve O'nun büyüklüğüne ve yüceliğine uygun bir biçimde isimlendirecek olursa o da teşbih pisliğinden ve ta'til [139] cinayetinden korunmuş olur. Bu, ehl-i sünnetin yoludur. Bir sıfatın yaratılmışlara nisbeti sebebiyle gerekli olan nice şeyler vardır ki aynı sıfatı Allah'a nisbet ederken Allah'ı bunlardan tenzih etmek gerekir. Nitekim kulun hayat sıfatına sahip olması onun uyumasını ve uyuklamasını, beslenme ihtiyacını ve buna benzer şeyleri gerekli kılar. Yine aynı şekilde kulun iradesi kendisine faydalı olanı almak, zararlı olanı uzaklaştırmak hususunda harekete geçmesini gerektirir. Yine kulun yüceliği, onun kendisinden daha yüce olacağı birisine ihtiyacı olduğunu ve onunla kıyas edildiğini gösterir. Halbuki Allah Teâlâ'nın bütün bunlardan tenzih edilmesi gerekir. Bir sıfat hangi cihetten sadece Allah Teâlâ'ya özgü ise yaratıklarından da o cihetten nefyedilmesi, o cihetin onlarda bulunamayacağının bilinmesi gerekir. Mesela Allah'ın ilmi, ezelidir. Vücub ifade eder (yani mutlaka vardır) ve her şeyi kuşatıcıdır. İradesi, kudreti ve diğer sıfatları da böyledir. Bu sıfatlardan Allah Teâlâ'ya özgü olan hususların mahlukat için sabit olması, onlarda   da   bu hususların bulunması mümkün değildir. Bu kurala tam olarak riayet ettiğin ve gerektiği şekilde kavradığın   takdirde iki türlü âfetten kendini kurtarmış olursun. Bu iki afet kelamcıların düştükleri belanın aslıdır.  Bunlar ta'til âfeti ve teşbih âfetidir.

Sen, düşünürken bu makamın hakkını verirsen, Allah'ın güzel isimlerini ve yüce sıfatlarını gerçek olarak ispat ve kabul etmiş olursun. Böylece hem ta'tilden kurtulmuş, hem de o sıfatlardan mahlukata ait özellikleri de reddederek teşbihten kurtulmuş olursun. Meselenin bu yönünü iyi düşün ve bunu bu konuda müracaat edeceğin bir kalkan haline getir. Allah (c.c.) doğruya ulaştırandır. [140]

İbnu'l-Kayyım bu konuda şunları da söyledi: Hayy, Semi', Basîr, Alîm, Kadîr ve Melik gibi hem Allah'a hem de kullara verilebilen isimler üzerinde kafa yorup düşünenler arasında farklı görüşler vardır. Kelamcılardan bir grup: "Bu isimler insanlar için hakikat, Rabb için mecaz ifade eder, dediler. Bu görüş Cehmiyye'nin aşırılarına aittir ve ortaya atılan görüşlerin en çirkini ve en bozuk olanıdır. İkincisi bunun karşıtıdır. Ebu'l-Abbas en-Nâşî'ye ait olan bu görüşe göre, bu isimler Rabb Teâlâ için hakikat, kullar için mecazdır. Üçüncüsü ise Ehl-i Sünnet'in görüşüdür ve onlara göre bu isimler hem Allah hem de kulları için hakikattir. Doğrusu da budur. Bu isimlerin Allah ve kullarına izafesinde farklı anlamlar ifade etmeleri Allah Teâlâ ve kulları için hakikat ifade etmelerine mani değildir. [141] Bu isimlerden Rabb Teâlâ için O'nun şanına layık mânâlar vardır, kullar için de onlara uygun mânâlar vardır. [142]

 

Bilinmesi Gereken Şeyler
 

Birincisi; Allah Teâlâ'dan haber verme konusu ve O'nunla ilgili bilgiler, O'nun ismi ve sıfatları konusundan daha geniştir. Mesela, "Eş-Şey', el-Mevcûd, el-Kâimu bi nefsihi" kelimeleri Esmâ-i Hüsnâ'dan olmadığı halde bu kelimelerle de Allah Teâlâ anlatılmaktadır.

İkincisi; bir sıfatın eksik ve mükemmel kısımları varsa mutlak haliyle Allah'ın isimleri içine giremez. Çünkü   mutlak/yalın hali hem kemali hem noksanlığı ihtiva eder. Bu sıfat ancak kemaliyle Allah'a izafe edilebilir. Mesela el-Mürid, el-Fail, es-Sâni' kelimeleri Allah'ın isimlerinden değildir. Bu sebeple es-Sani', el-Fail kelimelerini mutlak haliyle Allah'a isim vermek yanlıştır. O, "Fa'âlun limâ yürîd (dilediğini yapan)"dır. İrade ve fiil kısım   kısımdır. Bu sebeple Cenab-ı Hak bunlarla kendisinden haber verirken fiil ve haber olarak mükemmellik ifade edeni kullanmıştır.

Üçüncüsü; bir fiili takyid ederek Allah Teâlâ'dan haber vermek, o fiilden mutlak bir isim türetmeyi gerektirmez. Bazı muteahhirun ulema bu konuda hataya düşmüşler ve el-Mudıl (saptıran, delâlete düşüren), el-Fâtin (imtihan eden, fitneye düşüren), el-Mâkir (tuzak kuran) gibi kelimeleri Allah'ın güzel isimlerine dahil etmişlerdir. Allah Teâlâ onların yakıştırmalarından beridir (uzaktır). Bu isimler, Esmâ-i Hüsnâ'dan olarak Allah'a nisbet edilemezler. Bunlar belirli ve hususi fiillerdir.  Bu fiillerden Allah'a isim türetilemez.[143]

Dördüncüsü; Esnıâ-i Hüsnâ, isimler ve sıfatlardan oluşmaktadır. Sıfat olmak isim olmaya mani değildir. Fakat kulların sıfatları böyle değildir. Onların sıfatları isim olmaya engeldir. Çünkü bu sıfatlar kullar arasında ortaktır. Bu ortaklık özel isim olmalarını engellemektedir. Halbuki Allah Teâlâ'nın sıfatları kendisine hastır.

Beşincisi, Allah Teâlâ'nın isimleri iki yönden değerlendirilir. Birincisi bu isimlerin bizzat kendileri, zatları yönünden değerlendirilmeleri, ikincisi bu isimlerin sıfatları yönünden değerlendirilmeleri. Bu isimler birinci değerlendirmede eş anlamlıdırlar, ikinci değerlendirmede farklı anlamlıdırlar.

Altıncısı; isim ve sıfat olarak Allah için kullanılanlar tevkifidir. Kur'an ve sünnette belirtilenlerle sınırlıdır. Allah Teâlâ'dan haber vermek ve O'nu anlatmak için kullanılanların tevkifi olması gerekmez. Mesela el-Kadîm, eş-Şey, el-Mevcud, el-Kâim bi nefsihi gibi... Esmâ-i Hüsnâ tevkifi midir veya nakle dayanmayan isimlerinden de bunlara dahil edilmek caiz midir, konusunda hakla batılı birbirinden ayıran en güzel söz budur.

Yedincisi; Allah Teâlâ için kullanılan isimlerden mastar ve fiil türetilerek bunlarla Allah Teâlâ'dan haber verilmesi caizdir. Es-Semi', el-Basîr, el-Kadîr örneklerinde olduğu gibi. Bunlar Allah Teâlâ'nın  isimleri  olmakla beraber Sem'/işitmek, Basar/görmek, kudret/güç yetirmek şekillerinde bunlardan fiil ve mastarlar türetilerek anlatım ve haber vermek maksadıyla kullanılabilirler. Nitekim ayette;  "Andolsun  ki Allah  fakir,  biz  ise  zenginiz  diyenlerin sözünü Allah işitti." [144] "Biz buna güç yetirmişizdir. Ve bizim gücümüz ne büyüktür" buyurulur. [145] Ancak bu fiillerin müteaddi/geçişli olması gerekir. Lazım/geçişsiz fiil olursa onunla Allah'tan haber verilmez. Ondan ancak isim ve mastar yapılabilir. Mesela "Allah Hayy/diridir, denilir. Allah diri oldu, dirildi denilemez."

Sekizincisi; Allah'ın (c.c.) fiilleri, isim  ve sıfatlarından meydana gelmektedir.  Kulların ise isimleri fiillerinden meydana gelmektedir. Rabb Tebareke ve Teâlâ'nın fiilleri kemalinden kaynaklanır. Yaratıkların ise kemalleri fiillerinden kaynaklanır. Bir kimse bir işi mükemmel yaptıktan sonra o fiilden kendisine isim verilir. Rabb Teâlâ ise daima  kemal sahibidir.  Onun fiilleri kemalindendir. Onun için o fiili yapmıştır. Yaratıklar ise bir fiili işlerler ve neticede yaptıkları fiilin durumuna göre kemale ererler. [146]

Dokuzuncusu; sıfatlar üç türlüdür:

1. Kemal sıfatlar,

2. Noksan sıfatlar,

3. Kemal ve noksanlığı gerektirmeyen sıfatlar. Her ne kadar bu takdirî taksim, hem kemal hem de noksanlık ifade eden dördüncü bir çeşidi gerektirse de   geçerli   olan   tasnif   yukarıdaki şekildedir,

Rabb Teâlâ bu dört çeşidin üçünden münezzehtir ve birinci sınıftakilerle, yani kemal sıfatlarla muttasıftır/nitelendirilir. O'nun bütün sıfatları sadece kemal sıfatlardır. O, kemal sıfatlarının en mükemmellerine sahiptir. O'nun bir takım sıfatlara delâlet eden isimleri de en güzel ve en mükemmel isimlerdir. O'nun isimlerinden daha güzel isimler yoktur. Başka hiçbir isim O'nun isimleri yerine geçemez ve o isimlerin anlamını ifade edemez. O'nun isimlerinden herhangi birisini O'na ait olmayan başka bir isimle tefsir etmek eşanlamlı bir açıklama değil, bilakis yaklaşık bir izah ve anlatımdır.

Bu gerçeği anladığın zaman artık O'nun her kemal sıfatı için, en güzel, en mükemmel, mânâca en kapsamlı ve her türlü ayıp ve noksanlık şaibesinden en uzak ve münezzeh bir isim de olduğunu anlamış olursun. O'nun anlayış ve kavrayış sıfatlarını ifade eden isimleri var. El-Alîm, el-Habîr, es-Semi' ve el-Basîr bu sıfatlardandır. Bunların yerine el-Akıl, el-Fakîh, es-Semi', el-Basîr ve en-Nâzır denilemez. O'nun iyilik ve ihsan sıfatları olan er-Rahim ve el-Vedûd yerine eş-Şefûk gibi bir şey söylenilemez. Yine aynı şekilde el-Aliyy, el-Azim yerine er-Rafi' ve eş-Şerif denilemez. Keza el-Kerim yerine es-Sahî; el-Hâlik, el-Bârî, el-Musavvir yerine el-Fâil, es-Sânî ve el-Müşekkil; el-Gafûr ve el-Afüvv yerine es-Safûh ve es-Sâtir denilemez. Diğer isimleri de böyledir. Düşün ki onun sıfatları en mükemmel sıfatlar olduğu gibi, isimleri de isimlerin en güzelidir. Allah Teâlâ'nın kendisi için seçtiği isimlerden şaşma ve başka isimlere sapma. O, kendisini nasıl vasfediyorsa ve O'nun Rasûlü nasıl vasfediyorsa sen de O'nu o şekilde vasıflandır. Bunların dışına taşma, sıfatları iptal ve inkar edenlerin durumuna düşme. [147]

[80] Bakara: 2/255.

[81] Rûm: 30/19.

[82] Alîm: Çok iyi bilen. Halîm: Acele etmeyen, teennî sahibi.

[83] Zâriyat: 51/28.

[84] Saffat: 37/101.

[85] Nisa: 4/58.

[86] İnsan: 76/2.

[87] Bakara: 2/143.

[88] Tevbe: 9/128.

[89] Haşr: 5923.

[90] Kehf: 18/79; Yusuf: 12/54.           

[91] Haşr: 5923.                                                                                       

[92] Secde: 32/18.

[93] Haşr: 59/23.

[94] Yusuf: 12/51.

[95] Ğafir: 40/35.

[96] Bakara: 2/255.

[97] Nisa: 4/166.

[98] Zâriyat: 51/58.

[99] Fussilet: 41/15.

[100] İsra: 17/85.

[101] Yusuf: 12/76.

[102] Ğafir: 40/83.

[103] Rûm: 30/54.

[104] Hûd: 11/52.

[105] Sâd: 38/17.

[106] Tekvir: 81/28-29.

[107] İnsan: 76/29-30.

[108] Enfal: 8/67.

[109] Maide: 5/54.

[110] Al-i İmran: 3/31.

[111] Maide: 5/119.

[112] Ğafiri: 40/10.

[113] Enfal: 8/30.

[114] Tarik: 86/9.

[115] Yasin: 36/71.

[116] Secde: 32/17.

[117] Meryem: 19/52          

[118] Kasas: 28/62

[119] A'raf: 7/22

[120] Hucurat: 49/4

[121] Mücadele: 58/12

[122] Nisa: 4/164

[123] A'raf: 7/143

[124] Bakara: 2/253

[125] Yusuf: 12/54

[126] Tahrim: 66/3

[127] Rahman: 55/1-4

[128] Mâide: 5/4

[129] Ali İmran: 3/164

[130] Feth: 48/6

[131] A'raf: 7/150

[132] Bu âyetler: Taha: 20/5, A'raf: 7/54, Yunus: 10/3, Ra'd: 13/2, Furkan: 25/59, Secde: 32/4, Hadid: 57/4

[133] Zuhruf: 43/13

[134] Mü'minün: 23/28

[135] Hûd: 11/44

[136] Mâide: 5/64

[137] İsrâ: 17/29

[138] İbnu Teymiye, et-Tedmüriyye, s. 21-30

[139] Teşbih: Allah Teâla'yi mahlukata benzetmek. Ta'til: Allah Teâla'nın sıfatlarını inkâr etmek.

[140] İbnu'l-Kayyım, Bedâiu'l-Fevâid, 1/165-166, Muhtasarru's-Samâıku'l-Mursele ale'l-Cehmiyyeti ve'l-Müattıle, ll/37

[141] Allah Teâla'nın hayat sahibi olmasıyla kulların ve yaratıkların hayat sahibi olmaları arasında fark vardır. Allah'ın diriliği ezeli ve ebedîdir, mahlukat ise hem sonradan olmuştur, hem de fânîdir. Bu farklıklar hem hayat sıfatında hem de diğer sıfatlarda sayılamıyacak kadar çoktur. Mesela Allah Teâla'nın ilmi hem görülen, hem de görülmeyen âlemi kapsar. Allah gizliyi ve aşikarı bilir, kalplerde olanı bilir, bunları bilmek için bir vasıtaya ve eğitime ihtiyacı  yoktur.  Kulların  bilgisi ise son derece sınırlıdır vs. (Çeviren).

[142] İbnu'l-Kayyım, Bedâiu'l-Fevâid, 1/164. Said el-Kahtani, Kur’an Ve Sünnette Esma-i Hüsna Şerhi, Uysal Kitabevi: 52-65.

[143] Kur'an'da bu kelimelerin Allah'a nisbeti fiil şeklinde olmuştur, isim şeklinde olmamıştır. Mesela

"Allah (verdiği sinek misaliyle) bir çok kimseyi  saptırır, birçok kimseyi de doğru yola sevkeder. Verdiği misallerle Allah ancak fâsıkları saptırır." (Bakara: 2/26).

"Onlar (sana) tuzak kurarlarken Allah da (onlara) tuzak kuruyordu." (Enfal: 8/30).

[144] Ali İmran: 3/181

[145] Murselât: 77/23

[146] İbnu'l-Kayyım, Bedaiu'l-Fevâid, 1/161-162.

[147] Said el-Kahtani, Kur’an Ve Sünnette Esma-i Hüsna Şerhi, Uysal Kitabevi:  66-69.

 

Anasayfa Reklam Alanı 1 728x90

0 Yorum

Henüz Yorum Yapılmamıştır.! İlk Yorum Yapan Siz Olun

Yorum Gönder

Lütfen tüm alanları doldurunuz!

Haber detay

Reklam

Haber detay

Anket