Bilginin Efendisi Olmak İçin Analiz Edilmiş Bilginin Kaynağı Bir Kurum: Sdam
Haber detay

SDAM ve düşünce kuruluşları üzerine Abdulkadir Turan ile yaptığımız röportaj; maruz kaldığımız bilgi bombardımanının, eğer analiz edilmez ve kontrol altına alınmazsa nasıl da bir tehdide dönüşebileceğine açıklık getiriyor. Sizleri yaptığımız röportajla baş başa bırakırken, yazıyı alıcı bir gözle okumanızı tavsiye ediyoruz. 

Hocam sorulara geçmeden önce SDAM (Stratejik Düşünce ve Analiz Merkezi)’ın bereketli bir kurum olacağına inanıyor ve Allah’tan bu konuda sizlere muvaffakiyetler nasip etmesini diliyorum.

Hocam önce kuruluşunuzun da aynı kategoride sayıldığı kurumları tanımakla başlayalım. Düşünce kuruluşu nedir? Dünyada ve Türkiye’de gelişimi nasıl olmuştur?
Öncelikle kurumumuzu tanımaya yönelik böyle bir söyleşi yaptığınız için teşekkür ediyoruz. Allah razı olsun. İnşaallah bu söyleşinizle okuyucularınız kurumumuzu tanımış olurlar ve inşaallah kurum hepimiz için hayırlı olur.
Sorunuza gelecek olursak;
Düşünce kuruluşları, düşünsel ve stratejik araştırmalar yapan kurumlardır. Bir yönleri bilgiye bakar, bir yönleri düşünceye bakar. Bilgi toplar, bilgi depolar, bu bilgiyi analiz eder, güncel bilgileri tarihsel bilgilerle ilişkilendirip bunu düşünceye dönüştürür ve paylaşırlar.  

Asıl işlevleri bilginin toplum için düşünceye dönüştürülmesidir, diyebilir miyiz?

Bilginin toplum için dizayn edilmesi diyebiliriz biz buna… Bilginin bir amaç doğrultusunda düzenlenmesi, organize edilmesi, teşkilatlandırılması ve bununla beraber bunun düşünceye dönüştürülmesi…
Asıl işlev, burada bilgi toplayıp toplanan bilgiyi analiz etmektir; toplum tarafından anlaşılabilir ve kullanılabilir hale getirmektir. 
Bazen bir üniversite çatısı altında, bazen bir dernek çatısı altında, bazen bir vakıf çatısı altında oluşturulan ama temel işlevi bu olan kurumlardır düşünce ve strateji kurumları. 
Bugünkü anlamda düşünce kuruluşlarının doğuş noktası Amerika’dır. Bunlar 20. yüzyılın başında Amerika'da “akılcı yönetim” şeklinin egemen olduğu dönemde 1901-1917 yılları arasında ortaya çıkmışlardır. 
Gaye burada bilim adamlarının, uzmanların, siyasetçilerin fikrî üretimlerinin bir araya getirilerek bunlardan hem yönetime hem halka istifade edilebilir neticeler oluşturmaktır. O dönemde bunlar, bu amaçla kurulmuştur. Amerika'da 1920’li yıllardan sonra gittikçe yaygınlaşmış, 1950’li yıllara geldiğimizde artık Amerikan siyasi hayatının vazgeçilmezi haline gelmiştir.
Daha önce, 19. yüzyılda, Avrupa'da buna benzer, özellikle Fransa'da felsefe evleri, coğrafya dernekleri, sosyoloji kulüpleri kurulmuş. Esasen bizim düşünce kurumu dediğimiz, Fransa'daki o felsefe evleri, sosyoloji kulüpleri ve coğrafya derneklerinin buluşmasından, hepsinin bir araya gelmesinden ortaya çıkan yeni bir tür postmodern yapıdır. İş sahası geniş, çok yönlü bir yapı… 
İslam âlemi bu konuya uzun süre ilgisiz kalmış. Örneğin Türkiye'de ancak 90’lı yıllara geldiğimizde biz bu tür kurumlarla karşılaşıyoruz. Daha çok resmi kurumlarla ilişkili, hükümetle yakın bağ içinde olan, belki bir kısmı Avrupa kurumlarıyla, uluslararası kurumlarla bağ içinde olan kurumlar oluşturulmuş. Bazen bunlara vakıf denmiş, bazen enstitü adı verilmiş, bazen düşünce merkezi adı verilmiş… 
Ama genelde Amerika ve Avrupa’nın bu konuda doyuma ulaştığını, bu yüzden oralarda artık bu tür yeni kurumların açılmadığını, buna karşılık İslam âleminde bu konuda hızlı bir üretimin olduğunu, hem Türkiye'de, hem Endonezya, Malezya gibi ülkelerde çok sayıda düşünce kuruluşunun açıldığını biliyoruz.
Şu sıkıntımız var. Biz özellikle 18. 19. yüzyılda bilgiden kopmuşuz. Teşkilatlanmış bilgidense tamamen kopmuşuz. Yani siz 19. yüzyılın başında bir İstanbul aydınından “Orta Afrika Müslümanları ne yapıyor?” sorusuna kolay kolay cevap alamazdınız. Aldığımız bilgilerin tamamına yakını ise Hac üzerinden elde edilmiş. Kâbe’yi ziyaret üzerinden alınmış. Oraya gelen Müslümanlardan bu bilgiler sözlü olarak toplanmış. Ancak bizim Ka’be çevresinden elde edilen bilgileri toplayan ve toplumla paylaşan, böylece Fransa ile şiddetli bir savaş içinde olan Afrika Müslümanlarının durumlarını dünyaya duyuracak bir kurumumuz yoktur. 20. yüzyılın başında bile Hindistan'daki Müslümanlar, Anadolu'daki savaşı İngiliz basınından duyuyordular. Biz de Afrika'daki savaşı Fransız basınından duyuyorduk. Savaştaki gelişmeleri, bizzat bize karşı savaşanlardan öğreniyorduk. Bizim, İslam âlemi olarak bu şekilde bir bilgi havuzumuz ve bilgi işleme enstitümüz yoktu. 
Bu yüzden biz Müslümanlar birbirimize ulaşamamışız. Birbirimizle iletişim kuramamışız, birbirimize yardımcı olamamışız. Bazen düşman bildiklerimiz dost, dost bildiklerimiz düşman çıkmış. Biz, 20. yüzyılın başında çıkan dergilere baktığımızda bunu çok açık seçik görebiliyoruz. Bugün dahi ta Afrika'daki, Hindistan'daki, Güney Asya’daki 19.  yüzyıldaki hareketlerle ilgili bilgileri ne yazık ki yine Fransızların ve İngilizlerin kurdukları dernek ve vakıflardan, bilgi kurumlarından alıyoruz. 
Ama şimdi İslam dünyasında bir değişim var. Bilgiyi toplama merakı var. Bilgiyi analiz etme isteği var. Bunun zamanla gelişeceğini düşünüyorum. 
İslam dini “oku” emri ile başlamış, aynı emirle birlikte yüce Allah kalemden söz ediyor. Bilgiyle bizim ilgilenmemiz gerekiyordu. Bizden öncekilerde hem Emeviler hem Abbasiler döneminde bilgi çok önemsenmiş. Fakat bir süre sonra biz bilgiden kopmuşuz. Dolayısıyla bu tür kurumlar bizde oluşmamış. Batı’da oluşmuş, Amerika'da gelişmiştir. Başlangıç noktası biziz ama biz gittikçe kurumsallıktan uzaklaşıp tükenmişiz. Onlar bizden almışlar, gittikçe kurumsal bir yapıya bürünmüşler. 

Hocam belki araya giriyorum ama bizim, bu konuda Avrupalıları ya da Amerikalıları yakalama şansımız var mı?

 Türkiye'de özellikle 2000 yılından sonra bu tür kurumlar hızla yaygınlaşmaya başladı. Çünkü bu tür kurumların çalışma ortamı bilgi toplama ve düşünce özgürlüğü ile doğrudan ilişkilidir. Eğer bilgi toplama özgürlüğünüz yoksa siz bu kurumları oluşturamazsınız. Düşünce özgürlüğü yoksa bu tür kurumlar işlevsel hale gelmez. Diktatörler tarafından, krallar tarafından yönetilen bir İslam âleminde bu tür kurumların boy atması düşünülemez. 
20. yüzyıldan önce Müslümanlar zihnen dağıldıkları için bu tür kurumları oluşturamamışlar, 20. yüzyılda İslam âlemi diktatörlerin, zalim kralların yönetiminde olduğu için bu tür kurumları meydana getirememiş. 
Türkiye'de 2000’li yıllardan sonra bu tür kurumlar hızla artmaya başladı. Bugün muhtemelen elliye yakın bu işi yapan, kimisi aktif kimisi değil bu işi yapan, kurum vardır.

Şimdi biz bu konuda Batıyı yakalar mıyız? 

Biz, bilgi toplama konuları açısından Batı’dan daha uzun bir geçmişe sahibiz. 
Batı, büyük atılımını iki yüz yılda yaptı. 19. yüzyılda ve 20. yüzyılda… 1950’li yıllara kadar tamamladı kendi gelişimini… 
Biz geçmişimize dayanarak bugünkü iletişim koşullarında bu konuda Batı’nın önüne geçebiliriz. Kısa bir sürede geçebiliriz. İslam âleminde son dönemde kimi televizyon kanallarının Batılı kanallarla yarışabilir hale gelmesi bu mesele ile doğrudan ilgilidir. Müslümanlar onu yapabildiklerine göre rahatlıkla bunu da yapabilirler. Ama bu tür kurumların çalışma koşulları önemlidir. Burada koşul, verimli bir özgürlük ortamıdır. Özgürlüğün önündeki engel ise krallar ve diktatörlerdir. 
Daha bizim konuşmadığımız nice sorunumuz var. Daha bir araya getirmediğimiz nice bilgimiz var. Dolayısıyla çok velüd, çok üretken bir ortamdayız. Biz uğraşırsak, geçmişimiz ve bugünümüzü doğru dürüst bir araya getirebilirsek, güncel bilgiyi tarihsel bilgi ile ilişkilendirebilirsek inanıyorum ki çok kısa bir süre içinde Batıyı yakalarız; biz, Batı’ya bilgi ihraç etmeye başlarız. İnsanlığın efendisi, imamı, iktidarı olmak için bilginin efendisi olmak önemlidir. İnanıyorum ki bu efendiliği kısa sürede ele geçirebiliriz. 

Düşünce kuruluşlarının geçmişte örnekleri var mıdır?

Düşünce kuruluşlarının görevini geçmişte daha çok şahıslar yapmıştır. Özel olarak düşünce kuruluşu diye kuruluşlar açılmamış. Çin’de örnekleri var mıdır? Araştırılmaya değerdir. Ama İslam âleminde bir Dar’ul-Hikme vardır. Abbasiler tarafından inşa edilen bir kurum... Ama bu düşünce kuruluşlarına, denk gelir mi? Açıkçası bilemiyorum. Dar’ul-Hikme, daha çok bir bilimsel enstitü konumundadır. Ama şunu biliyoruz ki bu işi yapan şahıslar vardır. Mesela Büyük Selçuklularda Nizamü’l-Mülk şüphesiz bir strateji ve düşünce adamıydı. Bunlar siyasetname diye eserler vermişler. Yine Şeyh İdris-i Bitlisî onlardan biriydi. Selahaddin-i Eyyübî’nin danışmanları Kadı Fadıl ve İbn-i Şeddad bu şahıslardandılar, bu işi yapıyorlardı.
 
Hocam bu kuruluşları dünya genelinde ele alacak olursak, ne tür işler yapıyorlar? Ayrıca şunu da ekleyelim hocam; bu kuruluşların görev şekillerinde herhangi bir değişiklik oldu mu? Yani kuruluşlarından bugüne görev portföylerinde değişiklikler meydana gelmiş midir? Gelmişse ne gibi değişikliklerdir bunlar?

Temelde, aynı işleri görüyorlar. Bu dediğimiz gibi bilginin derlenmesi, analiz edilmesi, işlevsel hale getirilmesi, ilim/bilim ile yaşam arasında bir köprü görevi görmek. Entelektüel bir girişimci olarak farklı ve yenilikçi bir fikir sunabilmek, özgün gündem oluşturmak, başkasının aklına gelmeyeni bulup işlemek ve duyurmak... Bunların görevi bir tür öğrencisiz üniversite işlevi görmek… Kimi kurum ve kuruluşlar adına araştırmalar yapmak, hükümetlere önerilerde bulunmak, dış politikada yeni düşünceler ve alternatifler üretmek, hükümetler için uzman yetiştirmek, üst düzey tartışma ortamları meydana getirmek. İlgili ülke vatandaşlarını dünyadaki ve ülkedeki gelişmeler hakkında bilgilendirmek. Yer yer arabuluculuk görevi üstlenmek, toplumu fikirle buluşturmak, farklılıklar arasında bağ kurmak, üretilen politikaları içerde ve dışarıda etkin hale getirmek... İş alanları budur. 
Bununla beraber çok spesifik çalışanlar var. Örneğin Amerika’da sadece “İslami aşırılıkla mücadele” adı altında kurulan düşünce kuruluşları var şu anda. Kendi amaçlarını açıkça deklare ediyorlar. Benim amacım Ortadoğu’da israil’in çıkarlarını korumak… Dünyada gittikçe yayılan İslamcılık hakkında Amerikan kamuoyunu bilgilendirmek, Amerikan yönetimini İslam hakkında daha hassas hale getirmektir, diyorlar. Bunu kendi kuruluş amaçlarına doğrudan yazmışlar, saklamıyorlar. İslam âlemi ile ilgili sürekli bilgi topluyorlar ve bu bilgileri çarpıtarak dışarıya veriyorlar. Dünyadaki yöneticileri İslam ve Müslümanlar aleyhinde daha sert tedbirler almaya sevk etmek için bilgiyi kullanıyorlar. Esasen şarkiyatçıların geçmişte yaptıkları görevi yapıyorlar. Şarkiyatçılar İslam âleminden bilgiyi toplar ve bu bilgiyi yöneticileri amaçları doğrultusunda etkileyecek şekilde organize ederlerdi. Bilgiyi İslam âlemini işgal etme hevesini tetikleyecek şekilde piyasaya sürerlerdi. Onların bu işlevini, özellikle Bernard Levis’ten sonra yeni dönemde özellikle Amerika’da kimi düşünce kuruluşları üstlenmiş… İslam âlemi hakkında sürekli bilgi topluyorlar, bu bilgileri kendilerince analiz ediyorlar, çarpıtıyorlar, gaye, sıradan Batılıyı İslam’dan ve Müslümanlardan nefret ettirmek ve Batılı yöneticileri İslam’a karşı daha sert tedbirlere yöneltmektir.  
Geçmişte kilisenin Hıristiyan halkın İslam’dan etkilenmemesi için yaptığı propagandaların bir kısmını bu düşünce kuruluşları üstlenmiş durumda… Bunlar İslam ile ilgili bilgileri sürekli olarak çarpıtıyorlar. Ve bu çarpıtılmış bilgiyi piyasaya sürüyorlar. Ve bunun üzerinden kitlelerin Müslümanlaşmasını engellediklerini düşünüyorlar. Geçmişte kilisenin yaptığı bu işi, bugün seküler güçlerin yapmış olduğu “seküler bir mukaddes” görev olarak kabul ediyorlar. 

SDAM’a gelecek olursak hocam! SDAM hangi amaçla kuruldu? Açıklamalarınızda ifade ettiğiniz şekilde; bazı düşünce kuruluşları topladıkları bilgileri çarpıtarak bir refleks oluşturma hedefindedirler, bazıları da bilgiyi toplayıp bilimsel ölçüler çerçevesinde analiz edip toplumla paylaşma ve toplumu bilinçlendirmeyi hedeflemektedirler. Bu bağlamda SDAM hangi amaçla kuruldu, amaçları doğrultusunda ne gibi faaliyetleri olacaktır?

Bilgi her gün artıyor. Her gün renkleniyor. 

Hocam affedersiniz. Bilim hakkında bir makale okumuştum. Şöyle deniyordu o makalede; “Eskiden yüz yılda bir bilgi katlanıyordu. Bugün bilgi 25 yılda bir katlanıyor.”

O bile artık eski bir veri… Neredeyse bugün bilgi gündelik olarak katlanıyor. Geçmişte toplumlar cehaletle aldatılıyordu. Bilgisiz oldukları için aldatılıyordu toplumlar. Bugün yanlış bilgi ile aldatılıyor. Piyasaya çok yanlış bilgi pompalanıp doğru bilgi etrafında ağır bir kuşku duvarı oluşturularak toplumlar yoldan çıkarılıyor.  
Artık toplumu doğru yönlendirmek isteyenlerin ana hedefi sadece topluma doğru bilgiler vermek değildir. Bu, artık istenildiği şekilde netice vermiyor. Artık toplumu doğru yönlendirmek, onlara doğru bir istikamet göstermek isteyenler toplumu çarpıtılmış bilgiden de korumak durumundadırlar.  Bunun için toplumun dışarıdan aldığı bilgiyi, kaynağı bazen belirsiz olan bilgiyi topluma tekrar tarif etmek durumundalar. Bu, toplumun zihnindeki bilgiyi topluma tarif etmektir. Biz kendimizi bu yönde sorumlu görüyoruz. 
Tam anlamıyla bir bilgi bombardımanı ile karşı karşıyayız. Bizim burada asıl gayemiz doğru bilgiyi topluma aktarmaktır tabii ki… Ama ikinci bir gayemiz de bununla ilişkili olarak topluma verilen, toplumun zihnine yüklenen bilgiyi topluma tekrar tarif etmek, onu zihnine yüklenen bilgi hakkında bilgilendirmektir. Bu, bir tür onu vücuduna gıda diye enjekte edilen zehir hakkında bilgilendirmektir. 
Böylece, toplumun 
1-    O aldığı bilginin bir kısmını dışarı atmasını ve
2-    Bundan sonra bir bilgi alacaksa bunu bir gümrükten geçirmesini sağlama konusunda topluma yardımcı olmaktır bizim işimiz.  
Özetlersek; doğru bilgilendirmeyi amaçlıyoruz. Bununla beraber dışarıdan bugünkü iletişim araçları karşısında gelmesini engelleyemediğimiz bilgiler karşısında toplumu bilinçlendirmek istiyoruz. Aldatıcı bilgiye karşı toplumun savunma mekanizmasını güçlendirmek istiyoruz. 
Toplumun zihninde bir bilgi gümrüğü meydana getirmek istiyoruz. Toplumun bilgiyi analiz etme kabiliyetini geliştirmek istiyoruz. Bilgiyi tahlil edip yararlı olanı alma, doğru olanı alma, doğru olmayan ve zararlı olanı tanıyıp onu dışlama yönünde bilinçlenmesi konusunda topluma katkıda bulunmak istiyoruz. Umudumuz bu yöndedir.

Peki, hocam bunu nasıl yapabileceksiniz, ne şekilde yapacaksınız diye soracak olursak? Yani toplumun aldığı bilgiyi gümrükten geçirme yeteneğini kazanmasını sağlamak için ne yapacaksınız?

Öncelikle örneklik oluşturacağız. Bilgi nasıl analiz edilir, bilgiden nasıl neticelere ulaşılır, bunu etkinliklerimiz üzerinden göstereceğiz. Burada bizim raporlarımız olacak, analizlerimiz olacak… Bununla beraber seminerlerimiz olacak, değişik iletişim kanallarına çıkacağız, analizlerimizi yaparak bilgi ile ilişkilerimiz konusunda örneklik teşkil edeceğiz. 
Çünkü biz bu yenidünyada, yeni dönemde Müslümanların bilgi ile ilişkisinin yeniden düzenlenmesi gerektiğine inanıyoruz. Eğer bilgi ile ilişkimizi yeniden düzenlemezsek bilgi bizim için bir işgal aletine dönüşüyor. Bizi bizden alıp kendisi için bir köle haline getiriyor. 
Çarpıtılmış bilgilere karşı doğru bilgileri topluma aktararak toplumun ikisi arasındaki farkı sezmesini sağlayacağız. Böylece geçmişte aldığı kimi bilgilerin yanlış olduğunu gören toplumun bundan sonra bilgi seçiciliği konusunda daha titiz olacağını düşünüyoruz. 

Hocam bir istidradi soru,

Evet,

Normalde düşünce ayni bir eylemdir, yani ferdidir. Gerçek kişilerle ilişkili olan bir eylemdir? Tüzel değildir. Şimdi kurumun düşünce merkezi olması, yani düşüncenin tüzelleştirilmesi nasıl oluyor?
Belki konu dışı bir soru ama, merak ettim…

Hayır, kesinlikle konu ile ilişkilidir. Esas problemimiz de burayla ilgilidir. Biz düşünceyi bireysel bir etkinlik olarak düşündüğümüzden bereketsizliğe sürüklenmişiz. Düşünce merkezlerinde, analiz merkezlerinde bilgi istişaridir. 

Yani bir tür sesli düşünce

Bu kurumlar zaten sesli düşünce ortamlarıdır. Ve bu farklı sesleri biz buluşturmayı, bundan kurumsal bilgiye ulaşmayı hedefliyoruz. Nasıl ki ticarette ortaklık olmadan gelişme olmayacaksa ve ne yazık ki çok geniş bir şirketler hukukumuz olmasına rağmen, fıkıh kitaplarımızın çok büyük bir kısmı şirket hukukundan oluşmasına rağmen nasıl ki Müslümanlar ticari ortaklıktan uzaklaşmışlarsa, fikri, düşünsel ortaklıktan da uzaklaşmışlar. Bunun için bizde tek tek mütefekkirler yetişmiş, bunların hepsi çok değerlidir. Ama bugünkü dünyada tek tek bu bilgi bombardımanıyla yüzleşmek, bombardımana karşı koymak mümkün değildir. İstişare berekettir. Analiz merkezleri temelde kurumsallaşmış, bir tüzel mahiyete kavuşmuş bilgiyi meydana getirir. Ortak akıl dediğimiz noktayı bulmaya çalışır. Dolayısıyla her şeyden önce insani olarak birbirine bilgi aktarma, fikir aktarma ve buradan işe yarar bilgiye ulaşma merkezleridir buralar. Bunun için burada oluşan bilgi buradaki herkese aittir. Ama aslında hiç kimseye ait değildir. Çünkü kurumsal bilgidir. Kurumun bilgisidir. Burayı çok önemsiyoruz. 
Biz, rapor düzeyinde bile imkânlarımız olursa ferdi çalışmaktan öte grupsal çalışmayı hedefliyoruz. Bütün raporlarımızın tek şahıs tarafından değil, gruplar tarafından hazırlanmasını istiyoruz. Buna çok önem veriyoruz. Birlikte çalışma ahlakı açısından da ve bir araya gelişin bereket doğurması açısından da buna önem veriyoruz. Eğer kurumumuz sadece bunu başarabilse bile biz bundan büyük mutluluk duyacağız. 

Çalışma tekniklerinizle ilgili olarak soracak olursak, ilerde masalar oluşturma gibi projeleriniz var mı?

Elbette ilerde masalar oluşturacağız. İmkânlarımız elverdikçe, insanlarımız yetiştikçe kesinlikle masa masa çalışacağız. 
Şimdi hem de genişlemesine ve hem derinlemesine bilgi toplama etkinliğinden söz ediyoruz. Geniş bir sahaya yayılan güncel bilgi ve derin kökleri bulunan tarih bilgisi... Her ikisi de uzmanlaşmayı gerektiriyor. Biz, hem derinlemesine/tarihsel bilgi hem de genişlemesine/güncel bilgi kaynaklarıyla buluşarak o kaynaklardan topladığımız bilgileri doğru bir şekilde analiz etmeyi düşünüyoruz.

Keyfiyete yönelik olarak bu kadroları oluşturma konusunda projeleriniz var mı?

Elbette biz gençlerimize yardımcı olacağız. Bu tür kuruluşlar, esasen düşündürürken yetiştirir.  Bilgi toplarken yetiştirir. Buralar sadece kamuoyunu yani genel kitlelere hitap etmez. Kendileri ile beraber çalışan gençleri nitelikli bilgi insanı olarak, bilgiyi pratikte kullanabilen şahıs olarak, bilgiyi teşkilatlandırabilen ve onu bir amaç doğrultusunda dizayn edebilen bilgi erleri yetiştirme konusunda, analist yetiştirme noktasında gayret gösteren kurumlardır. 

Yetiştirme alanınıza giren gençler daha çok üniversiteli gençler mi olacak? 

Tabii olarak bunlar ihtisas kurumlarıdır. İlgili insanlar yetiştirilir. Bu konuda az çok bir eğitimden geçmiş olanlar tercih edilir.

Hocam! Vizyonunuzu açıklarken daha çok sorunlara yöneliyorsunuz. Diyelim ki bir yerde bir sorun yok veya en azından göze çarpan bir sorun yok. O topluma hitap edemez misiniz?

Keşke sorunsuz bir dünya ile karşı karşıya olsak. Ancak insan ve sorun birbirinden ayrılmaz ikilidir. Eğer bir toplum sorunsuz hale gelirse ya çürür ya da kendisi için bir sorun inşa eder ve o sorunla uğraşır. Dolayısıyla ne yazık ki dünyadaki strateji kuruluşları aynı zamanda sorun üreten kuruluşlardır. Yani neyin sorun olabileceğini araştırıp makul sorun arayan kurumlardır. Toplumlar için bir meşgale oluşturma adına makul sorun üretme… Bundan gaye toplumlarda bir enerji meydana getirmektir. Toplumların çürümesini engellemektir. Bir yerde eğer sorunlar bitmiş olarak gözüküyorsa orada çok büyük bir sorun vardır. O da o toplumun çürümesi sorunudur. O toplumun hayatın sonuna varıp bilgi ile bağını kesmesi problemidir. Bu, tekâmülün arkasından gelen bir çürümedir. Geriye gitmedir. Dolayısıyla en büyük sorun aslında o zaman başlamıştır. Düşünce kuruluşu o zaman daha aktif hale gelir. Neyin sorun olabileceğine dair bir sunumda bulunur; toplumu aktifleştirmeye, ona enerji vermeye çalışır. Yapı olarak düşünce merkezleri, toplumları sorunlu kabul eden merkezlerdir. Sorun yoksa kendine sorun bulma durumundalar. 
Ama İslam âlemi üzerinde bir sorunlar yığınağı var. Sorunlu bir İslam âleminde yaşıyoruz. Dolayısıyla biz sorunlarımız üzerinden üretime geçmek istiyoruz. Bizim için her sorun bir fırsattır. Biz meseleye böyle bakıyoruz. Hiçbir sorun engel değildir. Her sorun bizim için bir fırsattır. Eğer Kudüs işgal altında ise ümmetin somut bir hedef çerçevesinde buluşturulması yönünde dev imkândır aslında Kudüs’ün işgal altında olması. Bunu Müslümanları buluşturmak için bir fırsata dönüştürebiliriz. Biz Kudüs simgesi üzerinden Yahudilerin bu dünya üzerindeki hegemonyasını daha rahat açıklayabiliyoruz. Bununla iyi ki Kudüs işgal altında anlamında söylemiyorum. Ama sorun oluşmuşsa, sizin dışınızda oluşmuşsa sizin bunu bir fırsata dönüştürme yollarını arayıp aleyhinizde olan bir durumu lehinize çevirmeniz gerekir. Düşünce kuruluşlarının ana işlevlerindendir bu.
 Uluslararası alanda yapılan da budur. Eğer İslam âleminde bir uyanış olmuşsa, bu İslami uyanış nasıl Müslümanları parçalayacak bir noktaya sevk edilir, diye adamlar uzun uzun düşünmüşlerdir. 
Benzeri bir durum Osmanlıda da vardır. Avrupa’da Protestanlık ortaya çıktığında Osmanlı Protestanlığı destekleyerek, Avrupa’nın bunun üzerinden parçalanması yönünde ciddi adımlar atmıştır. Esasen Protestanlık bir uyanış hareketi idi. Katolikliğin o uyuşukluğundan kurtuluş hareketi idi. Osmanlı bunu Avrupa için bir sorun haline getirmeye çalıştı. Bugün aynı durum devam ediyor. İslam âleminde mutedil bir hareket ortaya çıktığında bu mutedil hareketin sinirleri ile nasıl oynanabilir. Bu hareket birleştirici olacakken nasıl parçalayıcı hale dönüştürülebilir, onun üzerinde çalışıyorlar. 
Bizim sıkıntımız esasen burayla alakalıdır. Biz bilgi üzerindeki hâkimiyetimizi kaybettik. Ve söz sahibi olmaktan çıktık. Bunun için mesela şu an Batılılara ait onlarca Ortadoğu’yu araştırma kuruluşu var. Ama Türkiye’de bir Fransız araştırma kuruluşu yoktur. Fransa’nın insan dokusunu öğrenmeye dönük tek bir kuruluş yok… Bir garbiyatçılığımız yok… Şarkiyatçıları var onların ama bizim garbiyatlarımız yok… Bu yönde bir çalışma yapılmıyor. Kendimizle meşgul oluyoruz. Kendimizle meşguliyetten başkalarını unutuyoruz. Rusya’nın iç dinamikleri nedir, bundan nasıl istifade edilir, bu yönde ciddi çalışmalar maalesef henüz yapılıyor değildir. 
Sorunları öne çıkarmamız sorunlu olmamızdan kaynaklanıyor. Maalesef… 
Hocam yaptığınız açıklamalardan dolayı çok teşekkür ediyorum. Kurumunuzun toplumumuz ve insanlık için başarılara imza atacağını inanıyorum. Bu yolda dualarımız sizinledir. Allah yar ve yardımcınız olsun.

İnzar Dergisi

Anasayfa Reklam Alanı 1 728x90

0 Yorum

Henüz Yorum Yapılmamıştır.! İlk Yorum Yapan Siz Olun

Yorum Gönder

Lütfen tüm alanları doldurunuz!

Haber detay

Reklam

Haber detay

Anket