Gönüllü Bir Kur’an Hadimi Süleyman Hilmi Tunahan -4
Haber detay

Süleyman Hilmi Tunahan, sınırlı cümlelerle anlatılmaktan öte anlatılmaya, bilinmeye ve örnekliğe değer bir âlim ve amil şahsiyettir. Onun tanınmasında daha faydalı olur niyetiyle önceki yazılarda anlattıklarımıza katkı olması için önemli şahsiyetlerin dilinden onu tanıyalım:

1) M. Necati Bursalı:

 “Süleyman Efendinin en büyük hususiyetlerinden biri de şüphesiz ki Allah’ın kelamı Kur’an-ı Kerim’e ettiği hizmetlerdir. Allah demenin bile yasak edildiği o karanlık günlerde bu işi başarabilmek için insanda Uhud Dağı gibi yürek olması gerek. Büyük insanların çileleri de büyük olur. Süleyman Efendi de pek çok ezalar, cefalar çekmiştir. O, hiçbir zulüm ve cefadan yılmadı. Kur’an caddesinde ömür arabasını son nefesine kadar sürdü…

Süleyman Efendi büyük bir mücadele ve dava ruhuna sahipti. Onu, muasırlarında nadiren rastlanan bir aksiyon insanı olarak müşahede ediyoruz. Hatta sadece kendilerine değil, ondan feyz almış, rahle-i tedrisinde bulunmuş nice talebelerinde dahi günümüzde ayni hasleti müşahede ediyoruz. Onun aksiyon cephesini ifade etmesi bakımından talebelerine söylediği şu sözleri burada aynen zikretmek istiyorum:

‘Biz, ömrümüzde bir defa olsun sırtımızı yaslayıp rahat oturmadık, huzur-u İlahî’de böyle bir kaydımız yoktur. Allah (c.c) ve Rasulü buna şahittir. Aklınızı başınıza alın.”

 

2) Talebelerinden Mehmet Bozkır:

“Evlatlarım! Bugün insanların pek çokları vadilerden akan sel gibi cehenneme doğru hızla akmaktadırlar. Nasıl ki bir afet olur, dağda derede sel ne bulursa alıp götürürse; dinsizlik, ahlaksızlık ve cehalet de insanları böylesine cehenneme götürüyor. İnsanlar bu selden kendilerine lazım olanları kurtarmak için nasıl çırpınırlarsa; biz ve benim evlatlarım, ilim ve cihadla cehenneme gitmekte olan bu insanlardan elimizden geldiği kadar kurtarmaya çalışacağız.”

Peki, günümüzde sayıları üç binlerle ifade edilen ve dünyanın her köşesine yayılmış olan bu talebe yurtlarının (Kur’an kurslarının) maddi ihtiyaçları nasıl karşılanıyor? Bazılarının tabiriyle değirmenin suyu nereden geliyor?

Vaktiyle kimileri “Bunlar Mussolini’den para yardımı alıyorlar” demişler hatta bu mevzuda Alanya’da mahkemeye verilmişler. Günlerce süren asılsız dava beraat ile neticelenmiştir. Süleyman Efendi cemaati, halka hizmeti Hakk’a hizmet olarak telakki etmişler ve maddi finansı da zekât ve öşür müessesini ihya ederek halktan temin etmişlerdir. Zekât ve mahsulün zekâtı olan öşür Allah’ın kullarına bir emridir. Süleyman Efendi bu husus üzerinde ısrarla durmuştur..."

 

3) Üstad Bediüzzaman Said Nursi

Süleyman Efendi’nin yakın talebelerinden muhterem Mehmed Emre Hocaefendi anlatıyor: “Sivrihisar’da vazifeye başladığım sırada ziyaretime gelen Emirdağ Müftüsü Mehmet Oral’a iade-i ziyarette bulunmak üzere Emirdağ’a gitmiştim. Bahsi geçen zat beni birkaç gün misafir etti. Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin bu ilçede bulunduğunu öğrenince Kur’an Kursu öğreticisi Hafız İbrahim ile birlikte üstadı ziyarete gittik. Bu muhterem zatın ikamet ettiği ev, Kur’an Kursu’nun tam karşısındaydı. Sokak kapısından içeri girince elle yazılmış bir kâğıdın kapısının arkasına raptedildiğini gördüm. Ve merak saikasıyla yaklaşıp okudum. Üstadın ifadesiyle kaleme alınmış bulunan yazıda şöyle deniyordu:

“Ben yaşlı ve hasta bir Said’im. Beni ziyaret etmek isteyenler kitaplarımı okusunlar. Böylece daha çok istifade ederler.”

Üstad Hazretlerinin hizmetinde bulunan Zübeyir, bizi görünce aşağı indi ve maksadımızı öğrenince kapının arkasındaki kâğıdı gösterdi. Ben “O yazıyı siz gelmeden önce okudum. Buna rağmen ziyaret etmek istiyorum. Kabul etmezlerse geri gideriz.” dedim. Yukarıya gidip geldi ve üstadın huzuruna kabul edileceğimizi haber verdi, sevindim.

Odadan içeri girdiğimizde Üstad, oturmakta bulunduğu karyolanın üzerinde iki dizi üzerine gelerek boynuma sarıldı. Ben de elini öpüp oturdum. Said Nursi Hazretleri kendine mahsus şivesiyle:

“Müftü deyince yaşlı, ihtiyar bir kimse tasavvur ediyordum. Sen gençmişsin. Kimde okudun?” dedi. Ben: “Süleyman Efendi Hazretleri'nde” cevabını verdim. Bunun üzerine Üstad:

 “Ben kendini görmemişim. Fakat manen tanırım. Ulema-i su İslam dininin şerefini ayakaltına düşürdüler. Fakat o bunu minarenin şerefesi gibi yükseltti. Onu ve talebelerini okuduğum evradın sevabına ortak kılıyorum.” dedi.

Bediüzzaman’ın talebelerinden Mustafa Sungur şöyle bir hatıra nakletmektedir:

“16 Eylül 1959 tarihiydi. Bediüzzaman Hazretleri aniden şiddetle rahatsız oldu. Bu rahatsızlığı üç gün devam etti. Gazete okumadığından ve radyo dinlemediğinden hâl-i âlemden haberi yoktu. Üç gün sonra İstanbul’dan Rüşdü Bey isimli talebesi geldi. Onu görünce hemen ahvâl-i âlemden ve İstanbul’da olan bitenden sordu. O da “Üstadım, Süleyman Efendi vefat etti” deyince, Üstad birden kalkarak “Kardeşim, Şeyh Süleyman mı? Şeyh Süleyman mı?” diyerek dikkatle sordu. “Evet, üstadım, Şeyh Süleyman” deyince Bediüzzaman şöyle dedi: “Kardeşim ne zaman vefat etti?” Bu soruya verilen cevap bizi hayrete düşürmüştü. Zira o, vefat ettiği saat Bediüzzaman hastalanmış ve bu manevi elemi hissetmişti. Bediüzzaman, devamla:

“Kardeşim, Allah rahmet eylesin, Allah rahmet eylesin, mübarek veli bir zattı, mühim hizmetler ifa etti. Allah rahmet eylesin.”

Arif Hikmet Köklü beyefendi 14.09.2001'de şu enteresan hatırayı anlatmışlardır;

"Bazı kimseler Bediüzzaman Said Nursi aleyhinde neşriyatta bulunuyorlardı. Onların tesirinde kalarak Şeyh Süleyman Efendi Hazretleri'ne "Biz Said Nursi'yi nasıl bileceğiz?" diye sordum. "Bu Bediüzzaman hazretleri Türkiye'de en sevdiğim zattır!" dediler. Yanından bir zat çıkıyordu, onu kast ederek "Siz gelmeden önce bir zat gelmişti. Said Nursi hazretlerinin yanından gelmiş ve sohbetinde bulunmuş. Sohbette bizim bahsimiz olmuş. Ayağa kalkarak: "Ne kadar sevap kazanmışsam yarısını Şeyh Süleyman efendiye veriyorum." dediğini bize nakletti. Biz de o zata dedik: "Biz de bu güne kadar sevap ve hayır namına ne kazandı isek hepsini Said Nursi hazretlerine hediye ediyoruz. Bunu kendisine bildirirsiniz."

 

4) Mehmed Kırkıncı Hocaefendi:

"Bu zat daha ne yapsın ki? Almanya’da ve yurtta her vilayette bu kadar Kur’an kursları var. Her çocuğu Kur’an’a bağladı. Arapçayı sevdirdi. Tedrisatı sevdirdi. Bu kadar insanın kalbini Kuran’a bağlamak Hilmi Tunahan’a nasip oldu. Allah ondan razı olsun!"

 

5) Necip Fazıl Kısakürek, “Son Devrin Din Mazlumları” isimli eserinde şöyle der:

“Süleyman Efendi, beni bu gençlerle temasa geçirmiş ve bahçemizde yattığı halde farkında olmadığımız bir hazinenin keşfi gibi, hayretle karşılık bir takdir duygusuna boğmuştur. Evet, o zamana kadar cansız bir ezber zemini üzerinde öne arkaya sallantılı, papağanvari bir tekrarlama işinden ibaret zannettiğim ve İslam’ın, fezayı milyonlarca projektörle delici kâinat görüşlerine yabancı saydığım Kur’an kursları faaliyeti hayret ve saadetle gördüm ki: Gökten necaset yağan bir devirde üzerlerine tek kir bulaşmamış, zekâ ve irfanları her inceliğe ulaşmış güdücüler elindedir. Ve bu genç güdücüler mevki ve istikamet tayini noktasından bütün dost ve düşman kutupları, doktorların sıhhat ve marazı tanıdıkları gibi teşhis ehliyetindedir. Diyebilirim ki, Türkiye’de, Kur’an kursları topluluğu ayarında vahdet, merkeziyet ve davalarında salabet belirtici ikinci bir teşekkül mevcut değildir. Bu topluluk, terbiyesini Silistreli Süleyman Hilmi Tunahan’dan alanların veya alanlardan alanların tablolaştırdığı kadrodur ve bu tabloda şahıs, fikir, ilim, usul, her unsurun doğrudan doğruya bağlı olduğu tek mihrak, tek kelimeyle şeriattır. İşte bağlılıklarındaki kuvvete bu manayı verdiğim, bütün gençliğe tavsiyem gibi şeriatı bu manada idealleştirmelerini ve şeriat aşkını bu manada şuurlaştırmalarını beklediğim ve kendilerini yeni iman neslinin en saf ve en temiz damarlarından biri saydığım Kur’an kursları topluluğuna yakınlığım buradan geliyor...

... Ne hazindir ki, diyanet camiasında bazıları bu din âlimi ordusundan rahatsız olmuş ve onları diyanetten tasfiye etmek için değişik iftira ve bühtanlar ortaya atarak kasıtlı senaryolar hazırlayıp kendilerine kamuoyu oluşturmaya çalışmışlardır. Üzülerek belirtmek gerekir ki her devirde böyle iftiralara ve iftiracılara inanan ve ona taraftar olanlar çıkmıştır. Bu ve buna benzer iftiralarla kamuoyu karıştırılmış ve bu genç hizmet ordusunu diyanetten tasfiye işi başlamıştır...

...

Bu noktada şu hususu belirtmeden geçmek olmaz: Günümüzde kendilerini Süleyman Hilmi Hoca'ya nisbet eden ve Talebe yurtları açarak Kur'an dersini vermeyi gaye eden bir yapılanma vardır. Bu yapılanma resmi boyutta olmasa da dilden dile "Süleymancılar" olarak bilinir ve adlandırılır. Bu yapıdan bahseden eserlerin çoğu bu cemaatin Süleyman Hilmi Tunahan, tarafından kurulduğunu yazar. Oysa bu böyle değildir. Çünkü Süleyman Hilmi Hoca bir Nakşibendi Şeyhidir. Nakşibendilik de asırları aşan tasavvufi bir gelenektir. Süleyman Hilmi Hazretlerinin vefatından sonra talebeleri, onun belirlediği prensipler çerçevesinde çalışmalarına devam etmişlerdir. Eğer, illaki böyle bir cemaatten bahsedilecekse, bu cemaat Tunahan'ın vefatından sonra kurulmuştur.

...

               

KAYNAKÇA

 

1) Hocazade Ahmet Hilmi, Hadîkatü'l-Evliyâ, Osmanlı Yayınevi, İstanbul 1979, s.123-127

2) Mehmed Emre, Üstazım Süleyman Hilmi Tunahan ve Hatıralarım, Erhan Yayın Dağıtım, İstanbul 2000.

3) Ali Demirel, Manevi Dünyamızda İz Bırakanlar, http://www.dervisler.net/suleyman-hilmi-tunahan-t22732.5.html;wap,

4) Salih Okur, Ulemanın Gözüyle Süleyman Hilmi Tunahan Hazretleri, http://www.cevaplar.org/, 

5) Büyük Müceddid İçin Ne Dediler? 25 Ekim 1978 tarihli UFUK Gazetesi

6) Ahmed Akgündüz, Arşiv Belgeleri Işığında Silistreli Süleyman Hilmi Tunahan, OSAV Yayınları, İstanbul 1997.

7) Hulusi Şentürk, Türkiye'de İslami Oluşumlar ve Siyaset, Çıra Yayınları, İstanbul 2011.

8) Bir Kuran Hadimi Süleyman Hilmi, http://sifahane.org/bir-kuran-hadimi-suleyman-hilmi-silistrevi-hz/

İbrahim Dağılma - İnzar

Anasayfa Reklam Alanı 1 728x90

0 Yorum

Henüz Yorum Yapılmamıştır.! İlk Yorum Yapan Siz Olun

Yorum Gönder

Lütfen tüm alanları doldurunuz!

Haber detay

Reklam

Haber detay

Anket