Devletin organları (eğitim, sağlık, spor, maliye, teknoloji gibi bakanlıklar vs.)/idare ve yürütme mekanizmasına ilişkin içerik ve işleyiş tarzının oluşturulmasında da benzer şekilde insanın çift yönlü fıtratı arasındaki uyum ve işleyişi esas almak durumunda olduğu gündeme getirilebilir. Bu demektir ki devlet, gerçekliği açısından değil, hakikati bakımından insanın evrendeki mikrokozmik modelidir, temsilidir. Burada devlete ilişkin hakikat ve gerçeklik arasında ayırımın vurgulanmasının sebebi, devletin gerçekliği insanın çift yönlü fıtratının fizikî boyutuna; fıtratın bütünleyeni olarak ise devletin hakikatine karşılık geldiğine dikkatleri çekmektir. Bu gerekçe çerçevesinde ideal devlet denilince, devletin organları arasında ayrıklığı/laikliği ya da aykırılığı/sekülerliği değil, aksine devletin bütün varlık ve var oluş alanlarıyla ontolojik birlikteliğin gerekliliği anlaşılabileceği şeklinde değerlendirilebilir. Eğer bu değerlendirme yerli yerinde kabulü olanaklı ise o zaman da devletin her organı kendi içinde ve diğer organlarla ilişkisi bakımından çift yönlü fıtrata sahip insan tasarımının temsilini öncelemesi gerekir.
Aksi takdirde çift yönlü fıtrat birlikte değerlendirilmediğinde ya da fıtratların birbirinden ayrıştırmak suretiyle devlet organizması içerisinde mevzubahis edildiğinde veya konumlandırıldığında, o vakit ideal devlet tasarımından söz edilebilirliğinin imkânı nazarî olarak mümkün olmayacaktır. Benzer şekilde insanın sadece fizikî fıtratı esas almak üzere devlet yapılanması kurgulandığında, doğal olarak ve hâlihazırda küre ölçeğinde devlet kurum ve kuramlarını işgal ettiği gibi seküler devlet anlayışını ve muamelatını netice verecektir. Aslında seküler devlet anlayışının imkânı, -ki devletin sınır ve yasaları bakımından bütünsellik arz edecek şekilde insanın içinde varlığını ve var oluşsal hayatını gerçekleştirdiği veya anlamlandırdığı soyut bir mekân şeklinde değerlendirilebileceğinden mukabil-, beraberinde insanın dâhil olduğu eğitim, sağlık, spor, maliye ve teknoloji gibi kurum ve kuruluşların da sekülerleştirilmesine olanak sağlayacaktır. Bu durumun mana düzeyinde başarı göstermesi, insanın çift yönlü fıtratına aykırılık/sekülerlik teşkil etmesi bakımından niceliksel/izafî olarak değerlendirilebilirken; ancak bu başarının nitelik açısında ve nihai kertede ideal bir yönetim tarzına örneklik teşkil etmesi beklenilmez. Diğer bir ifadeyle seküler devlet düzeninde başarılı olmaklığı, insanın homo ekonomicus-biyolojik-fizikî fıtratına doyum sağlayabilecek niceliklerin ölçeklerince belirlenirken; insanın var oluşuna/maneviyatına ilişkin beklentilerinin karşılanabileceği veya gayesine bilfiil olanak sunacak şekilde hikmet ve adaletin mikyasında değerlendirilmez. Öte yandan sadece insanın ruhanî boyutuna ilişkin fıtratı referans almak suretiyle devlet tasarımı teklif edildiğinde, -ki tarihte böylesi devlet pratiğinden söz edilemez-, o zaman da fiziksel gerçekliğin öteleneceği gerçekliği kaçınılmaz olacağından, bunun pratik hayatta karşılık bulmasının bilfiil olarak imkân bulması mümkün görünmemektedir. Ancak bu teklifin pratiğe yansıması, çeşitli düzeylerde olabilecek şekilde fizik ve maneviyat arasındaki dengede, maneviyatın ziyadesiyle öncelenmesiyle olanaklı olabilir. Öyle ki maneviyat odaklı devletin mekânda imkân bulması, maneviyatın öncelikle olarak fizik ötesiyle ilgili aşkın içeriklerle ilgili olduğundan dolayı, seküler devlet yaklaşımıyla mukayese edildiğinde olabildiğince güçlülük arz etmektedir. Hatta böylesi bir arayış, sadece insanın afaki duygularını sanal/misal âlemindeki imkânının ötesine bile geçemeyecektir. Ancak seküler devlet modeli, teklifinin içeriği bakımından doğrudan yaşanılan fiziksel evrendeki toplumsal olgularla kendine dayanak oluşturduğu gerçekliğinden hareketle eylemde imkân bulması önceki teklife göre daha kolay olduğu çıkarımı rahatlıkla yapılabilir.
Gerek insanın fizikî boyutu ve gerekse onun maneviyatının tek başına öncelenmesi koşuluyla devlet aygıtının içeriğinin oluşturulması ve buna göre bir işleyişi gerçekleştirmesi, insanın çift yönlü fıtratına aykırılık teşkil ettiğinde ideal devlet anlayışına örneklik de teşkil etmeyecektir. Aslında her iki teklif de, sadece kendi anlam ve metodolojik sınırları ekseninde değerlendirildiğinden, devletin siyasal alandaki mikrokozmik temsil olan insanın sosyo-politik dairede kendisine gerçekleştiremeyeceğini ileri sürmek pekâlâ mümkündür. Şimdiye kadar meselenin vaz ediliş tarzından da anlaşılabileceği üzere ideal devlet, insanın çift yönlü fıtratının belli bir denge içerisinde potansiyelden aktüaliteye geçişindeki sosyo-politik zemindir. Yani bu sosyo-politik zeminde, devletin kendisi ile organları içerisinde ve arasında ayrıklığa/laikliğe ve aykırılığa/sekülerliğe yer yoktur. Artık bu sosyo-politik organizmanın, uygulanabilirlik sorunsalını veya zorluğunu bir tarafta kaydetmek koşuluyla, mana ve maddenin birlikte değerlendirildiği hakikat eksenindeki ideal devleti temsil ettiği söylenebilir.
Böylece ideal devlet düzeni içerisinde yaşayan ve bu düzene ilişkin siyasal aidiyeti olan bireyler arasında siyasal ontolojik statüye de yer yoktur. Buna göre ‘devletin sahibi’, girişte söz edilen çerçevenin sınırları içerisinde yaşayan ve olağan şartlar altında kendi aidiyetini bulan herkestir. Aynı şekilde hiç kimse de devlet değildir, Yani devlet, yurttaşları nezdinde hiçbir siyasal, elit ve ideolojik grubun tekelinde değildir. Fakat burada, devletin kuruluş ve toplum felsefesinin oluşturucu esasları, tepeden dayatma kanunlarla değil, hukuk veya kozmik adaletin öncülük ettiği ve yekûnde müntesiplerinin ortak paydada buluştukları din, kültür, iktisat, metafizik, dil, dünya ve hayat kavrayışlarıyla uyum içerisinde olmasını gerektirir. Dolayısıyla ideal devletin varlık sebebi, özelde bireyin ve genelde ise toplumun bizatihi kendisidir. Eğer devlet içerisinde siyasal ontolojik statüye ilişkin hiyerarşik bir yapılanma imkân bulmuş ise o zaman söz konusu edilen insanın çift yönlü fıtratına ilişkin bir yönün mutlak veya izafi düzeyde baskın olabilecek şekilde bunun hâkimiyet alanından söz edilebilir.
Netice-î kelâm kabilinden; ideal devletin, bireyin zihnî ve fiziki mefkûresinden hareketle kendisini gerçekleştirdiği eğitim, kamusal alan, sağlık gibi alanların içerik ve işleyişi gibi her türlü yükümlülük, doğrudan sorumluluğundadır. Bu sorumluluğun icrasında ise siyasal otoriteler görev alırlar. Siyasal otoriteler, seçime dayalı politik sistemde, nazarî cihet yönünde birey ve toplumun düşünsel ve beşeri taleplerini yerine getirme üzere devlet organlarını yürüten iktidar olma gerçekliğinin geçici paydaşıdır. Bu görevi yerli yerinde icra etmeyen siyasal oluşumlar, belli bir ideolojik politik örgütün amaçlarına hizmet ettiğinde, bu kez, ideal devletin insanı fıtratı üzerine inşa edildiği ilkeler devreye girmeli ve art niyetli oluşumlarını böylece bertaraf etme kudretini göstermelidir.
Siracettin Aslan - İnzar
Benzer Haberler
cekici.net'te Hizmette Sınır Yok!
Nasıl yapılır, Niçin yaptın
İstanbul'da lale zamanı
ACN Nakliyat işinizi dahada kolaytırır
Seçmen Kağıdı Olmadan Oy Kullanılır mı? Oy Kullanmak İçin Gerekli Belgeler
Cenaze Yıkanmadan Namazı Kılınır mı?
Zirve organizasyon masa sandalye kiralama hizmeti
Mü’min Olmak Sözünde Durmaktır