İslamî Fikriyatı Hikmetle Sentezleyen: Şair Muhammed İkbal -1
Haber detay

Muhammed İkbal’in Hayatı

Muhammed İkbal, Hindistanlı bir Müslüman düşünür ve şairdir. 1877’de Pencap Eyaletinin Keşmir sınırı yakınlarında bulunan Siyalkut’ta dünyaya gelir. Dindar bir anne-babanın evladı olarak yetişir. Babası Nur Muhammed, annesi İmam Bibi’dir. Ebeveynlerinin mütedeyyin aile hayatı onu önemli ölçüde etkiler. Küçük yaşlarından itibaren Kur’ân-ı Kerim’i okumaya başlar ve Kur’an-ı Kerim’in büyük bir bölümünü ezberler. İlk ve orta öğrenimini memleketi Siyalkut’ta tamamlar. 1895’de Lahor’a gider, felsefe ve hukuk derslerinin ağırlıkta bulunduğu hükümet kolejinde okur. Arapça ve Farsçayı öğrenir. Felsefe ve İngilizce öğretmenliği diplomasını alır. Lahor Üniversitesi’nde Doğu Dilleri Fakültesinde hocalık yapar. Bu arada şiirleriyle de dikkat çeker.

İkbal’in eğitiminde ilk etapta hocalarından Mevlânâ Mir Hasan ile Thomas Arnold’un etkisinde kaldığı tahmin edilmektedir. Bilahare İkbal, yeteneğiyle Arnold’un dikkatini çeker ve bu hocası tarafından Avrupa’ya gönderilir. Cambridge Üniversitesinde üç yıl öğretim görür ve yüksek lisansını tamamlar. Felsefe alanında eğitim görmesine rağmen hukukla ilgili dersler de alır. Cambridge’de dönemin meşhur Hegelci filozofu Mc Taggart ve psikolog James Ward ile tanışan İkbal özellikle Mc Taggart’ın yönetiminde felsefe çalışmaları yapar. Londra’da kaldığı süre zarfında konferanslar verir ve bu sayede geniş bir kesim tarafından tanınır. Eğitimini tamamladıktan sonra Münih’e geçer ve orada Fritz Hommel’in yönetiminde tamamladığı The Development of Metaphysics in Persia adlı çalışmasıyla Felsefe bilim dalında doktor olur. Akabinde Lahor’a döner.

İkbal, ülkesine döndükten sonra muhtelif okullarda İngilizce ve Felsefe derslerini okutur. O sıralarda Hindistan İngilizlerin işgali altındadır. İngilizlere hizmet etmek İkbal’e zor gelir, kendisini bu işgal altında hür hissetmeyen İkbal bu görevi yapamayacağını anlayarak istifa eder. Öğretmenlikten ayrıldıktan sonra istediğini söyleyebileceğini ve daha hür olduğunu dile getirir. Hukukla olan ilgisinden dolayı bu alanla ilgili çalışmalar yaparak kendini yetiştirir ve geçimini de avukatlık yaparak sağlamaya çalışır. İkbal, haklılığından emin olmadığı veya kazanacağına ihtimal vermediği davaları almaz.

İkbal, öğretmenliği bıraktıktan sonra eğitim-öğretim kurumlarıyla bağını koparmaz. Lahor’da bulunan İslâm Akademisi ile aradaki bağı devam ettirir. Burada ders vermeye devam eder. Muhtelif üniversitelerde de ilmi konferanslar verir. Afgan hükümetinin davetlisi olarak gittiği Afganistan’da eğitim komisyonunun çalışmalarına katılır.

İkbal, bir yandan şahsi hayatını sürdürmeye çalışırken diğer yandan şahsiyetini üzerine inşa edeceği zemini bulma arayışındadır. O,  İslâm dünyasının içinde bulunduğu sıkıntılardan kurtulması için çaba sarf eder. Batı dünyasını yakından tanımış olan İkbal bu bilinç ve müspet tesirle İslâm milletlerinin bir Rönesans’tan geçmesi gerektiği fikrini savunur. İkbal, özgün bir bakış, yaklaşım ve tarz oluştursa da onun dini konularda ana dayanağı nasstır.

Muhammed İkbal, 1926-29 yılları arasında Pencap Yasama Konseyi üyeliğinde bulunur. Bu tarihlerde Haydarabat ve Aligarh Üniversitelerinde verdiği konferanslarında ısrarla İslâm düşüncesinin yeniden kurulması fikri üzerinde durur.

Pakistan’ın kuruluşu ile ilgili çalışmalar İkbal’in en önemli faaliyetlerinden biridir. Pakistan’ın devlet olması ve bağımsız bir devlet hüviyetini kazanması aşamasında İngilizler’in kendisine verdiği "Sir" unvanını kullanmaz. 1930 yılı Aralık ayında Hindistan Müslümanları Birliğinin Allahabad’ta gerçekleştirdikleri toplantıya başkanlık yapar. Pakistan fikrini ilk defa burada ortaya atar. Kısa bir süre sonra Londra’da yapılan yuvarlak masa toplantılarına delege olarak davet edilir. Burada da fikrini dile getirmeye devam eder. Akabinde verdiği konferanslarda, katıldığı toplantılarda, yazdığı makalelerde Bağımsız Pakistan ile ilgili fikirlerini işler. 1931 yılında toplanan 2. Milletlerarası İslâm Konferansına katılır. Burada Dünya İslâm Kongresinin başkan yardımcılığına getirilir.

İkbal, Pakistan’ın kurucusu olarak tarihe geçecek olan Muhammed Ali Cinnah ile de yakın temas kurar. Londra’da düzenlenen 2. yuvarlak masa toplantısında Cinnah ile yakın bir çalışma içinde bulunur. Bu toplantı sonrasında İtalya ve Mısır üzerinden Filistin’e giderek burada düzenlenen Dünya İslâm Konseyi toplantısına katılır. Londra’da düzenlenen 3. Yuvarlak Masa toplantısına da katılır. Buradan Paris’e geçer ve burada bazı önemli görüşmeler gerçekleştirir. Akabinde İspanya’ya geçer, o dönemde İspanya hükümetinin ziyaret edilmesine ve namaz kılınmasına zorluk çıkardığı Kurtuba Camii’nde namaz kılar. Bu hadise unutamadığı hatıraları arasında yer alır ve bununla ilgili olarak aşağıdaki mısraların içinde yer aldığı Kurtuba Camii adlı şiirini kaleme alır:

Ey Kurtuba Camii senin varlığın aşktandır, 

Aşk büsbütün devamlılıktır, onda fânilik yoktur.

Ey Kurtuba! Güzelliğin ve azametin kahraman bir insanın âlametidir, 

Sen güzel ve azametlisin, seni yapan da güzel ve azametlidir.

Ey Kurtuba! Sırrı seninle aşikâr olmuştu mümin’in, 

Gündüzlerinin vecd, geceleri yanış ve yakılış dolu olduğunu gösterdin!

Ey Kurtuba Camii! Sanat âşıklarının Kâbe’si, İslâm’ın azametisin, 

Endülüs toprağı harem mertebesine çıkmıştır varlığınla senin! ..

Ey Kurtuba! Yıldızlara göre senin zeminin gök kubbe gibidir, 

Binlerce ah! Ki asırlardır senin fezan ezansız beklemektedir.

Ey Kurtuba’nın önünden akıp giden Kebîr Irmağı, kenarında senin, 

(İkbal diye) Biri oturmuş rüyasını görmektedir bir başka devrin.

İstikbal henüz mukadderat perdesi altında gizlidir, 

Gözlerimin önünde onun seheri perdesizdir.

Eğer fikirlerimin üzerinden perdeyi kaldırırsam görülecektir, 

Avrupa benim kehanetlerime tahammül edemeyecektir...[1]

İkbal, İspanya’dan sonra İtalya’ya geçer ve burada Mussolini ile görüşür. Ondan Kuzey Afrika’daki Müslümanlara iyi davranmasını ister. 1933’te Afganistan kralı Nadir Şah’ın davetlisi olarak Süleyman Nedvi’yle bu ülkeye gider. Burada ülkenin idari sistemi ve yeniden yapılandırılmasıyla ilgili konularda görüşmelerde bulunur. 1937 yılında Cinnah’a bir mektup yazarak Hindistan Müslümanlarının Pakistan adı altında ayrı bir devlet kurmak istediklerini ve bunun uygulanacak bir plan çerçevesinde 25 yıl içinde gerçekleşeceğini haber verir. Pakistan devletinin kurulacağı haberi Müslümanlar arasında büyük bir sevinç oluşturur. İkbal, Pakistan’ın bağımsızlığın sembol isimlerinden biri olarak tarihe geçer.

Muhammed İkbal, 1934’te gırtlak kanserine yakalanır ve sesini kaybeder, daha sonra gözleri de iyice zayıflar. Bu dönemde maddi problemler yaşamaya başlar. Buna rağmen gerek halkının gerekse İslam âleminin meseleleri ve geleceğiyle ilgisini devam ettirir. 21 Nisan 1938’de vefat eder ve Lahor’daki Mescid-i Şahi’nin minaresi dibine defnedilir. Üç evlilik yapan Muhammed İkbal’in ikinci evliliğinden olan oğlu Cavid, İkbal babasının eserlerini ve düşüncelerini tanıtma yönünde önemli çalışmalar yapmıştır.

Muhammed İkbal, son dönem İslam düşünürleri arasında hakkında en çok inceleme, araştırma ve yayın yapılanların başında gelir. Karaçi’de bir İkbal Akademisi kurulmuş olup bu akademi 1960’tan beri Ikbal Review adlı bir dergi çıkarmaktadır. Ayrıca başta Pakistan olmak üzere çeşitli ülkelerde değişik vesilelerle özellikle de İkbal’in ölüm yıldönümü münasebetiyle ilmi toplantılar düzenlenmektedir. Halen torunları Munib Iqbal ve Walid İkbal tarafından bu çalışmalar büyük bir özenle sürdürülmektedir.

İkbal şiirlerinde Mevlana’nın etkisinde kalmış ve ona hayranlığını dile getirmiştir. İslam dünyasının içinde bulunduğu kötü durumdan kurtulmanın çareleri üzerinde kafa yormuş, verdiği seri konferanslarla düşüncelerini dile getirmiştir. Risale-i Nur’da İkbal’in ismi zikredilmekte ve özellikle onun şairliğine, heyecanlı şiirlerine atıf yapılmaktadır.[2] Yine Karaşi Nur Talebeleri tarafından 30. 3. 1957’de Said Nursi’ye gönderilen bir mektupta da onun ismi zikredilmektedir.[3]

İkbal gibi Batı kültürünün ve İngiliz emperyalizminin hâkimiyeti altında ve İslam diyarından uzak bir ülkede yeni Müslüman olmuş Brahman bir ailede doğmuş ve bütün yönleriyle çağdaş ilimleri ve Batı edebiyatını Avrupa’nın en büyük merkezinde araştırmış, sonra Muhammedî risalete olan imanı, peygamber aşkı ve sevgisi, Muhammed ümmetine, ondaki değerlere ve onun istikbaline olan güven duyguları ve İslam’a olan bağlılığı güç ve atılım kazanmış, sonra da Batı düşünce ve Avrupa medeniyetinin temellerini şiddetle sarsarak şiir dehasını ve edebi yeteneklerini İslami akide, duygu ve davetini yaymada kullanmış ve böylece mü’min bir şair, davetçi bir âlim, bereketli bir filozof örneğini en güzel bir şekilde vererek, İslâm âleminin önemli bir bölgesi olan Hind yarımadasında düşünce ve edebiyatta inkılaplar yapmış ve orayı da aşarak, uzak iklimlerde tesirini göstermiş ve sadâsı bütün İslam dünyasında duyulmuş bir şairin değeri daha da artıyor…

İkbal’in şiirlerinde işlediği tabiat, insan, Hindistan temaları ve vatansever ruh sadece Müslümanlar arasında değil Hintliler arasında da büyük ilgi uyandırmıştır. İkbal, Avrupa dönüşünde kaleme aldığı şiirlerinde daha çok dini ve felsefi konulara yer verir. Şiirlerinde Trablusgarp, Balkan, Birinci Dünya Savaşı ve Millî Mücadele dönemlerinde gösterilen kahramanlıklardan övgüyle söz eder. 1922’de saltanatın kaldırılarak hilâfetin devam ettirilmesini destekler; ancak, sonraki Batılılaşma hareketlerini üzüntüyle karşılar. Şair İkbal, sanatı sanat için değil, topluma hizmet ve hayat vermek, benliği kuvvetlendirmek için algılamayı ve benimsemeyi tercih eder.

Eserlerinde bilim, din ve felsefenin yakın bir ilişki içinde bulunduğunu savunur. Bilimin gelişmesine paralel olarak felsefi ve dinî görüşlerde de yeniden kuruluş sürecinin yaşandığını belirtir. Dinin hem duygu, hem doktrin hem de faaliyet olduğunu; duygu ve düşüncelerin eylemden koparılamayacağını, dinin sadece birkaçının fonksiyonu olmaktan ibaret görülemeyeceğini, hem tecrübeye hem de inanca yer verilmesi gerektiğini savunur.

İkbal, İslâm’da dini düşüncenin son beş asırda hareketliliğini yitirdiğini, zamanımızda meydana gelen gelişmeler karşısında dinî düşüncenin yeniden kurulmasının elzem olduğunu ifade eder. Bunun için de geleneksel yapının tenkit edilmesi ve tefekkürün gelişmeler ışığında yeniden inşa edilmesi yoluyla yapılabileceğine işaret eder…

(Önümüzdeki sayı devam edecek)

İbrahim DAĞILMA - İnzar

 

[1] Annemarie Schimmel, Muhammed İkbal, (Çev. Senail Özkan), Ötüken Yayınları, İstanbul 2012, s. 46.

[2] Tarihçe-i Hayat, s. 9, 11

[3] A.g.e., s. 622

Anasayfa Reklam Alanı 1 728x90

0 Yorum

Henüz Yorum Yapılmamıştır.! İlk Yorum Yapan Siz Olun

Yorum Gönder

Lütfen tüm alanları doldurunuz!

Haber detay

Reklam

Haber detay

Anket