Caminin yanından bile geçmeyen güruhun, mermiyi mızrap olarak kullanan cici çocuğun afişlerini minare ile karşı bina arasında mahya gibi asması, Mustafa Hoca'nın içine bir yumru gibi oturmuştu.
Beraber büyüdükleri bu çocukların Ramazan ayında ve cami önünde bir ayin gibi toplu sigara içmeleri bu toprakların aşina olmadığı bir durumdu.
Hoca bunu anlamlandırmaktan ziyade kabullenmekte zorlanıyordu. Müsebbipleri kimler sorusunun bir ehemmiyeti yoktu onun için. Cevap malumdu ve maluma ilam gerekmezdi.
Seçimi firesiz atlatma hesabı yapan örgüt uzantısı parti hummalı bir çalışmaya başlamıştı.
Sekiz yüze yakın oyu olan köyde 10-15 kişinin oyunun rengi farklı görünüyordu. Örgüt, rengi belirsiz bu oyların hesabını yapıyor, oyunu kullanmayanların cezasının ne olacağını açık açık dillendiriyor, aba altında sopa göstermekten ziyade, keleşin soğuk namlusunu mazlum insanların şakağına dayamaktan imtina etmiyordu.
İkna, tehdit veya köyden sürme... Her yola başvurulacaktı.
Aslında herkesin oyunun rengi belliydi, zira bu topraklarda seçim bir oyundu ve bu oyunda kartlar açık oynanıyordu.
Saflar netti. Arada kalanlar, dipçik korkusundan hâkim tarafa tabi olmak mecburiyetinde kalıyordu.
Sandık görevlileri oynanan oyunun figüranlarıydı yalnızca.
Birkaç gencin asi(l) duruşu zulüm otağının ezberlerini bozmuş, karizmalarına çizik atmıştı. Yer Philedelpia, zamanın zalimi de Publis Aelius Traianus Hadrianus değildi belki. Ancak Ashab-ı Kehf şuurunda bir avuç genç, zamanın zaliminin uykularını kaçırıyordu.
Hesaplar, bu 10-15 oyun alınması üzerine yapılmaya başlandı.
- "Bu sefer öyle olmamalı heval!" dedi silahlı bir adam.
- "Evlerine gidelim, sonucuna katlanacaklarını söyleyelim." dedi bir diğeri.
- "Bunlar konuşulmaya değmez, bir iki tanesini infaz edelim, zaten Serok 'Şiddet uygulayın hâkim olursunuz, baskı basanındır' demiyor mu" dedi bozuk Türkçesiyle üçüncü şahıs.
- "Bak buralarda hareketimiz tarafından infaz edilen yedi kişi var, hepsinin akrabası, hatta çocukları bizim saflarımızda. Önder teşhisi koymuş, başka reçete aramayın." dedi bayan militan.
Silahlı adamlar böyle konuşunca köyün komite üyesi söz aldı:
"Hayır arkadaşlar, kan akmayacak! Şimdiye kadar yapılanlar yapıldı, bu aşamadan sonra yanlış bir hareket sonumuz olabilir. Vergi almadığımız insan yok, nöbete çağırmadığımız genç yok. Bırakın gençleri, adamlar eşlerini nöbete yolluyorlar. Ancak gizliden gizliye bir homurtunun varlığını da görmezden gelemeyiz. Siz dar bir kitleyle muhatapsınız, onlar da zaten sağlam tabanımız. Sokaklar hiç de sizin sandığınız gibi değil. İnsanların içinde nefrete amade bir korku var. Ya korku duvarı yıkılırsa!"
Kendal silahını okşayarak pis pis sırıttı:
- "Bir daha korkuturuz."
Nihayet seçim gecesi gelip çatmış, hazırlıklar tamamlanmıştı.
Gece boyunca örgütün komite üyeleri muhalif olabileceklerin evlerini göstermiş, silahlı militanlar da bu evlere gidip yapılması gerekenleri anlatmıştı.
Mustafa Hoca'ya uğramayı zaman kaybı saydılar.
- "Bir kurşun paklar" diye mırıldandı biri.
Mustafa Hoca, her zamanki gibi salavat ve tesbihat dağıtımına başladı sosyal medyadaki takipçilerine. Günün önemine binaen bir dua ekledi gönüllerine köprü kurduğu dostlarına, bir ricada bulundu son kez:
- "Herkes bir kişi daha götürsün sandık başına. Havuzu göle, denizi okyanusa dönüştürmek için bir damlaya daha ihtiyaç var. Kıvılcımların şimşek olması, tortulaşan kalplere karşı püskürmeye amade lavların fışkırması için ateş böceği ışığınca bir kıvılcıma ihtiyaç var." dedi.
Mustafa Hoca; heyecan, endişe, karamsarlık, yeis girdabına daldıkça dalıyor; imanın manevi iklimiyle bir rahatlama duyuyor, bir silkinişle kendine geliyor; ancak asi göz kapakları ona bir türlü itaat etmiyordu.
Göz kapaklarının bir anlık gafletiyle uyur gibi oldu. Uyumasıyla rüyanın kapısını çalması bir oldu.
Korku imparatorluğu çökmüş, zulüm putları yerle yeksân olmuştu. Sokaklarda silah şovu yapan militanlar geceleri bile yüzlerini açamaz olmuş; herkes örgütün toplumu sürüklediği felaketi konuşur olmuştu. ''Sizi yanlış anladık Hocam, korkuyorduk Hocam, affedin bizi Hocam" sözleri köyün sokaklarında yankılanıyordu.
Mustafa Hoca, bir anda mana âleminden madde âlemine rücu etti.
Yatakta olduğunu fark etti.
Yıkıldı adeta. Rüyası ne kadar tatlıysa gerçek de o kadar acı, rüyası ne kadar umut doluysa gerçek de o kadar karamsar.
-"Uyanmaz olaydım, uyanmadan öleydim, son karakolun düştüğünü görmeyeydim." dedi kendi kendine.
Oyuncağını kaybeden çocuk gibi üzüldü, rüyasını yorumlamaya başladı.
Beyninde bir şimşek çaktı, gönül kuşu kanatlanmaya başladı.
- "Bu bir mesaj!" diye mırıldandı.
Ümmetin dirilmesi için bir şeyler yapmalı, diye düşündü.
Kalktı, mana âlemine yolculuk için abdest aldı.
Yüreğini açtı Yaradan'a, hiçbir perdeye takılmadan. Diledi dileyeceklerini. İnsanlığın kullanma kılavuzuna yöneldi. Geçmiş ümmetlerin kıssalarını okudu. Hz. Nuh'un gemiye binmeyen oğlunu Hz. Yusuf'un kardeşleri tarafından kuyuya atılışını ve arkadan yırtılan gömleğini okudu. Zafere ulaşan azınlıkların galebe çaldıkları çoğunlukları okudu. Kibrin hezimetini, sabrın hikmetini, imanın lezzetini okudu ve okumalarını Fetih sûresiyle bitirdi.
Mesaj anlaşılmıştı, görev mana âleminden bir işaretti, mevzi belliydi. Son mevzi düşmeden son karakol düşmeyecek, "Allah'ın izniyle son mevzii koruyan nefer olacağım." dedi.
Şeytan; sol kulağına ölümün soğuk yüzünü, sağ kulağına toplumun ona ihtiyacı olduğunu; sol kulağına toplumda yalnızlaşacağını, sağ kulağına kocaman köyde bir sen mi kaldın mırıltısını fısıldadı.
Duraksadı Mustafa Hoca. Çelişkiler yumağı, gel-gitler sarmalına dönüştü.
Erkam'ın evi canlandı gözünde. Uhut'ta mevzilerini terk edenlerin sırrını düşündü, terk etmeyenlere imrenerek. Nesibe'nin kılıç şakırtısı, Sümeyra'nın haykırışı çınladı kulaklarında. Akdeniz dalgalarına yelken açan özgürlük filosuna gidememenin üzüntüsünü bir kez daha yaşadı iliklerine kadar... Gıpta ettiği Furkan gülümsedi kendisine. Mütebessim Esma'nın yüzü belirdi birden. Ve düşüşü Esma'nın... Ve susuşu ümmetin...
Yasin'in zılgıtlar eşliğinde balkondan atılışı ve cesedinin üzerinden tamtamların sevinç naraları...
İbrahimi kıyamda ağzında su taşıyan karıncayı düşündü bir kez daha.
Abdestini aldı ve hava aydınlanmadan okulun yolunu tuttu.
Nurullah Ay - inzar
Benzer Haberler
İmam Ebu Hanife Kimdir? Hayatı ve Görüşleri
MUSTAFA ÇELİK HOCA KİMDİR?
Bir Değişimin Hikâyesidir Halife Ömer’in Hayatı
Kendi Dilinden Yusuf İslam'ın Hayat Hikayesi
Abdulkadir Molla Ve Bangladeş -1
Biyografi nedir? Özellikleri
Bibliyografya Nedir?
OTOBİYOGRAFİ NEDİR?