ZÜLKARNEYN (AS) VE HAKKA DAYALI SALTANAT-1
Haber detay

Ama hakkın hüküm ferma olmadığı, şahsi istidat ve emeğin mahsulü olarak algılanan ve nefsi temayüller hesabına kullanılan güç ve iktidar ise, felaket ve azaptır. Kötülüğün, fesadın, zulüm ve zorbalığın kaynağıdır. Manevi cehennemleri yaşatır insanlığa. İçtimai hayatı zehir-zemberek eder. Vahşi bir canavar olup korku ve dehşet saçar her tarafa. Gücün hak olarak telakki edildiği böyle bir medeniyet (!) teknolojik açıdan her ne kadar ileri seviyelere ulaşsa da, huzur, saadet ve erdem adına insanlara verebileceği hiçbir şey yoktur.

Güç ve iktidarın hak namına işlediği, ilahi iradenin temsil edildiği tarihteki sayılı saltanatlardan biri Hz. Zülkarneyn’in muhteşem saltanatıdır.

O, Yüce Allah (cc)’ın tevfik ve inayetiyle dünyanın dört bir yanına ulaşmış, memleketleri ve gönülleri fethetmiş, hak ve adaleti ikame ederek insanların özgür ve huzurlu bir şekilde yaşamalarına çalışmıştır. Birçok kavim, gönül huzuruyla onun saltanatına boyun eğmiş, zalim milletlere karşı onun adil ve merhametli yönetimine sığınmıştır.

Kur’an-ı Kerim’de Zülkarneyn olarak isimlendirilen bu hükümdarın kim olduğu yazılı tarihçe sabit değildir. Müfessirler ve tarihçiler şu ana kadar gelmiş meşhur hükümdarların vasıflarını ve saltanatlarının keyfiyetini araştırarak Hz. Zülkarneyn’in kim olduğu konusunda farklı görüşler ileri sürmüşlerdir.

İlk çağın müfessirlerinden bazıları Hz. Zülkarneyn’in Yunanlı Philippus’un oğlu İskender olduğu görüşüne meyletmişlerdir. Bu görüşte olanlar, Kur’an-ı Kerim’deki şu ayet-i kerimelerin Zülkarneyn olarak adlandırılan kişinin iktidarının uzak batıya ve uzak doğuya kadar ulaştığına delalet ettiğini söylemişlerdir.

“…En sonunda güneşin battığı yere vardığı zaman, onu kara balçıklı bir suda batıyor gördü…”[1]

“…Nihayet güneşin doğduğu yere ulaştığında…”[2]

Zülkarneyn’in Büyük İskender olduğu görüşünde olanlar, bu ayetlerden hareketle derler ki: Kur’an-ı Kerim’de Zülkarneyn diye isimlendirilen bu zatın iktidarında doğu, batı ve kuzeyin en ücra köşelerine kadar ulaştığı beyan edilmektedir. Zaten yeryüzünün yaşanılan kısımları da bu bölgelerdir. Böyle geniş bir iktidarın alışılmışın dışında bir iktidar olduğu şüphesizdir. Bu büyüklükteki bir iktidarın gizli, kapalı kalmadan her dönemde adının anılması gerekir. Tarih kitaplarında Kral İskender’den başka iktidarı bu sınırlara ulaşan herhangi bir kimseye rastlanmamaktadır.

Bu görüşte olanlar, İskender’in güneşin doğduğu ve battığı yerlere ulaştığı için Zülkarneyn adını aldığını söylerler. Çünkü güneşin doğduğu ve battığı yerlere “Karneyiş-Şems” denilir. Nitekim İran İmparatoru Erdeşir’e de istediği yerde emrini yürütebildiği için “İki kolu uzun” anlamına gelen “Tavilul-yedeyn” denilmiştir.[3]

Ancak Yunan Fatih’i İskender’in, Zülkarneyn olduğunu iddia eden bu görüş, İslam alimlerince kabul görmemiş, İskender’in, vasıfları zikredilen Zülkarneyn’e uymadığı görüşü ağırlık kazanmıştır.

Hz. Zülkarneyn’in kim olduğuna dair görüş ileri sürenlerden biri de büyük astronomi bilgini Ebu Reyhan’dır. O, kendi eserinde Kur’an-ı Kerim’de adı geçen Zülkarneyn’in Himyer krallarından İbn-i Afrikeş el-Himyeri olduğunu söylemiştir. Çünkü bu zatın iktidarı yeryüzünün doğu ve batılarına kadar ulaşmış, Himyer Kabilesi’nden bir şair bununla iftihar ederek şöyle demiştir:

“Benden önce Zülkarneyn de müslümandı.

Yeryüzünde yükselen bir kraldı.

Hiç kimse onun görüşünde yanıldığını söyleyemedi.

Doğulara ve batılara ulaştı.

Kerim ve Seyyid’ten mülk sahibi olmanın yollarını dilerdi.”

Ebu Reyhan devamla şöyle demiştir:

Bu görüş akla en yakın olanıdır. Çünkü isimlerin başına “Zu” ilave edilmesi, Yemen’de çok yaygındır. Zunuvas, Zunnun gibi… Yemenlilerin isimleri ‘Zu” takısından hali değildir.[4]

Ebu’l Ala El-Mevdudi’nin Hz. Zülkarneyn ile ilgili tespitleri şu şekildedir:

Kur’an-ı Kerim’de geçen ifadelerden Hz. Zülkarneyn hakkında şu dört ayrı bilgiye sahip oluyoruz:

1−“Zülkarneyn” (iki boynuzlu) lakabı herhalde çok bilinen bir lakaptı ki, buna dayanarak Mekke’li müşrikler Yahudilerden bilgi almış ve sonra bu konuda Hz. Resulullah (as)’a çeşitli sorular yöneltmişlerdi.

Bu birinci özellik kolaylıkla Pers İmparatoru Hüsrev’e uyuyor. Zira Yahudiler arasında “Çift boynuzu” lakaplı bu hükümdar, bir darbeyle Babil İmparatorluğunu paramparça ettiği ve İsrailoğullarını uzun bir esaretten kurtardığı için hayli meşhurdur.

2−Böyle bir unvan veya lakabı taşıyan bir kişi, mutlaka büyük bir hükümdar ve fatih olmalıdır. Öyle bir hükümdar ki, saltanatı doğudan batıya, kuzeyden güneye kadar uzanmış olsun. Kur’an-ı Kerim’in inişinden önce böylesine kuvvet ve kudrete sahip heybetli hükümdarlar tarihte ancak bir kaç kişidir. Biz bu özellikleri ancak bu hükümdarlarda aramalıyız.

Bu ikinci özellik de İran (Pers) İmparatoru Hüsrev (Horos)’e uyuyor. Ama tam olarak değil. Gayet tabii ki, Hüsrev’in fütuhatı batıda Anadolu’ya ve Suriye kıyılarına, doğuda ise, Bahter (Belh)’e kadar uzanıyordu. Ancak kuzeyde veya güneyde büyük bir sefer yaptığına dair herhangi bir tarihi kayıt bulunmamaktadır. Böyle bir sefer imkân haricinde de değildir.

3−Bu hükümdar, memleketini Yecüc ile Mecüc’ün istilasından kurtarmak için, yüksek bir tepede veya dağlık bir bölgede müstahkem bir duvar inşa etmiş olmalıdır. Bu hususiyeti araştırmadan önce, Yecüc ile Mecüc’den hangi kişi veya milletin kast edildiğini de tespit etmeliyiz. Ayrıca böyle bir kişi veya millet tarihte gerçekten varsa, bölgelerine yakın bir duvarın yapılıp yapılmadığını, yapılmışsa hangi hükümdar tarafından yapıldığını da tespit etmeliyiz.

Bu üçüncü işaret ve alamete gelince; Yecüc ile Mecüc’den Tatar, Moğol, Hun ve İskit isimleriyle meşhur olan ve çok eski çağlardan beri medeni ülkelere sürekli olarak saldırıda bulunmakta olan, Rusya ve Kuzey Çin’de yaşamakta olan göçebe kavimlerin kast edildiği, ilmi tetkiklerle sabit olmuştur. Ayrıca, bu kavimlerin saldırılarından kurtulmak için, güneydeki milletlerin Kafkasya’nın güney kesiminde “derbend” ve “daryal” adında müstahkem duvar ve kaleler inşa ettikleri de bilinen bir husustur. Ancak bunların Hüsrev tarafından yapılıp yapılmadığı, henüz kesinlik kazanmamıştır.

4−Mevzu bahis hükümdarda geçen hususiyetlerin yanı sıra, Allah’tan korkan, doğru yolda olan ve adaletle hükmeden birisi olma hususuna da dikkat edilmelidir. Nitekim Kur’an-ı Kerim, adı geçen hükümdarın bu özelliklerine çok önem vermiştir.

Bu son alamete gelince, bu da eski çağ fatihlerinden en çok Hüsrev’e uygun düşmektedir. Zira Hüsrev’in düşmanları bile, onun dürüstlüğünü ve adaletini methetmişlerdir. Buna işareten Kitab-ı Mukaddes mecmuasında yer alan Azra Kitabında Hüsrev’in Allah’ı tanıyan, seven ve O’ndan korkan bir hükümdar olduğu ifade edilmiştir. http://sekshatti.link Nitekim Hüsrev, İsrailoğullarını, sadece Allah’a taptıkları düşüncesiyle uzun bir esaretten kurtarmış ve tek Allah’a ibadet yapılsın diye Kudüs’teki Süleyman mabedinin yeniden inşasına izin vermiştir.

Mevdudi, Kur’an-ı Kerim’den hareketle, Zülkarneyn ile ilgili bu özellikleri sıraladıktan sonra şöyle der: Bu bakımdan Kur’an-ı Kerim’in nüzulünden önce dünyaya gelmiş ve geçmiş fatih ve hükümdarlar arasında ancak Hüsrev (Horas), Zülkarneyn lakabının taşıdığı özelliklere haizdir. Ne var ki, kesin olarak Zülkarneyn ilan edilmesi için, daha çok delil ve tarihi kayıtlara ihtiyacımız vardır.[5]

Bediüzzaman’ın konu ile ilgili görüşü şu şekildedir:

“Ehl-i tahkikin beyanına göre Zülkarneyn unvanının işaretiyle, Yemen padişahlarından Zülyezen gibi ‘zü’ kelimesiyle başlayan isimler bulunduğundan, bu Zülkarneyn (Kur’an-ı Kerim’de geçen) İskender-i Rumi değildir. Belki Yemen padişahlarından birisidir ki, Hz. İbrahim zamanında yaşamış, Hz. Hızır’dan ders almıştır. İskender-i Rumi ise, milattan takriben üç yüz sene evvel yaşamış, Aristo’dan ders almıştır. Beşer tarihi muntazam surette üç bin seneye kadar gidiyor. Bu nakıs ve kısa tarih nazarı, Hz. İbrahim’in zamanından evvel doğru olarak hükmedemiyor. Ya hurafevari, ya münkirane veya gayet muhtasar gidiyor.

Bu Yemeni Zülkarneyn’in tefsirlerde eskiden beri İskender namıyla meşhur olmasının sebebi; Zülkarneyn’in bir isminin İskender olması –İskender-i Kebir ve Eski İskender’dir veyahut, Kur’an ayetlerinin zikrettiği cüzi hadiselerin bazı külli hadiselerin uçları olması cihetiyledir…”[6]

Allah’ın izniyle gelecek sayıda konumuza devam edeceğiz.

(Cihan BOZOBA)
[1] Kehf: 86

[2] Kehf: 90

[3] Fahreddin Razi, Mefatih el-Gayb

[4] Fahreddin Razi, Mefatih el-Gayb

[5] Tefh(imu’l Kur’an, Kehf Suresinin Tefsiri

[6] Lem’alar, 16. Lem’a

Anasayfa Reklam Alanı 1 728x90

0 Yorum

Henüz Yorum Yapılmamıştır.! İlk Yorum Yapan Siz Olun

Yorum Gönder

Lütfen tüm alanları doldurunuz!

Haber detay

Reklam

Haber detay

Anket